”
Önceki yazımda mandacılığın bir ‘himaye rejimi’ ve bir başka ülkenin ‘güdümüne girmek’ olduğunu belirtmiştim.
Türkiye’de bugün görülen manzara, özelleştirme almış başını gitmiş, artık satılacak bir şey kalmamış. Bankacılık sisteminin %65’i, Türk sigortacılık sisteminin %80’i yabancıların elinde. Avrupa’da ise bankacılık sisteminin %8 ila 10’u yabancı devletlerin elinde.
ABD, limanlarını ‘stratejik önemi var’ diyerek yabancılara vermezken, Japonya, posta idaresini ve haberleşmelerini özelleştirmezken, Fransa, stratejik önemi olmamasına rağmen milli markalar diye danone’ye satış izni vermezken, bizse her şeyimizi sattık. (O listeyi daha önceki yazılarımda yayımlamıştım) Maliye bakanı ‘babalar gibi satarım’ diye konuşuyor. Öyle ya babasının malı.
Bu ulusal ekonomik kuruluşlarımız, büyük mücadele ve halkın parasıyla kurulan milli kuruluşları bu hükümet haraç-mezat sattı. Elde bir şey kalmadı. Şimdi sıra köprülere, otoyollara ve barajlara geldi. Ekonomimiz tamamen dünya bankası ve IMF tarafından yönetiliyor.
Allah göstermesin ülkemiz bir savaşa girdiği zaman, stratejik hiçbir kuruluşumuzun kalmaması ve barajlarında satılması halinde, alan yabancı kuruluş ‘arıza var’ diyerek elektrik üretilmemesi, doğalgaz kesintisi yaparak, sanayinin durması neticesinde Türkiye’nin durumunu düşünmek dahi istemiyorum. Ürküyorum, korkuyorum. Bu tam bir mandacılıktır. Türkiye’nin maliye bakanı, İngiliz vatandaşı olup, bizde bakanlık yaparsa olacağı budur. Dünyada hiçbir devlette, başka bir ülkenin vatandaşı olup, diğer bir ülkenin bakanı olan yoktur. Ama bizde maalesef oluyor. Recep Tayyip Erdoğan’ı acaba kimler yönlendiriyor?
Türkiye borç sarmalının içindedir. Dünyada dış ticaret açığı en yüksek 4 ülkeden birisidir. Devletin ve devlet garantili özel sektörün dış borç toplamı 700 milyar dolara dayandı. 10 yıl önce bu borç toplamı 215 milyar dolardı. 1987 yıllarında, benim siyaset yaptığım dönemlerde borç toplamı 36 milyar dolardı. Rahmetli Erdal İnönü, ‘borç alan emir alır, onun için devlet borçlarını sıfırlamalıdır’ sözleri hala kulaklarımı çınlatır.
Bu yeni mandacılar, ‘ikinci cumhuriyetçiler’dir. Bunlar, misakı milli sınırlarımızı parçalamak isterler, bölücüdürler. Bunlar, Atatürk’e karşıdırlar. Kemalizm’i sevmezler. Laiklik ilkesine karşıdırlar, dindar değil ama dincidirler. Bunlar, AB fonlarından beslenirler. Bunlar, küreselleşmenin çok iyi bir gelişme olduğunu, ulus devlet olsunun ise yok olduğunu savunurlar. Dışişleri bakanı Davutoğlu, bunun için, ‘ulusalcılarla hesaplaşma zamanı geldi’ demiştir. Bu, ben mandacıyım demenin açık itirafıdır.
Bunlar, küreselleşme olgusunu anlamayacak kadar cahil kaldığımızı, şoven milliyetçilik yaptığımızı ileri sürerler. Bunlar, PKK’yı terörist örgüt kabul etmeyenlerdir. Bunlar, Kıbrıs’ta ‘ver kurtul’cudurlar. ‘Bizim Kıbrıs’ta ne işimiz var’ derler. Bunlar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) demekten korkarlar. KKTC’yi sevmezler. Onun yerine ‘Kıbrıs Türk Topluluğu’ derler. Rahmetli Rauf Denktaş’a zamanında demediklerini bırakmamışlardı.
Bunlar, Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) sonuna kadar savunurlar. Bunlar, K. Irak’ta kurulacak bir kürt devleti için, G.Doğu Anadolu’dan toprak alınmasını doğal karşılarlar. Bunlar, ‘Türk-kürt federasyonu kurulmalıdır’ derler. Hatta yeni anayasayla Türkiye’nin eyaletlere bölünmesini isterler. Bunlar, amaçlarına ulaşmak için ‘ılımlı islam’ için işyerlerine bedava propaganda gazeteleri dağıtırlar. Gazete masraflarını da ABD’den alırlar.
Bunlar, anayasada ‘Atatürk ilkeleri olur mu’ derler. Bunlar, anayasanın ilk 4 maddesinin kaldırılmasını isterler. Bunlar, cumhuriyetin laiklik ilkesinden şikayetçilerdir. Bunlar, çağdaş bir demokrasi, çağdaş bir eğitim yerine, dinci bir eğitim, dinci bir düzen isterler. Bunlar için demokrasi hedef değil, hedefe vurmak için bir araçtır.
Türkiye ne yazık ki haini bol bir ülkedir.
“