4 Aralık 2016 tarihinde Kayseri tarihi bir gün yaşadı. 11. Cumhurbaşkanı ‘Abdullah Gül Müzesi ve Kütüphanesi’ açıldı. Gazetelerde ve TV’lerden görebildiğimiz kadarıyla devlet erkânının tamamı oradaydı. Bu kadar masrafa bu fakir devletin sokulması doğru muydu? Bu insaf ve vicdan meselesidir. Saltanatın diz boyu olduğunu görüyoruz. Neticede bir müze açılacak. O müzeye de bu fakir devlet ne kadar masraf yaptı. Şu anda yapılan masraf açıklanmadı.
Manzara şöyle;
Protokol halısının ucunda dev bir A330 uçağı duruyordu, üzerinde T.C. yazılıydı, bu Cumhurbaşkanın uçağı. Biraz yakınında A319 uçağı duruyor, üzerinde T.C. yazıyor, bu da Başbakanın uçağı. Bu uçağın biraz ilerisinde de bir uçak daha duruyordu. Bunun üzerinde de T.C. yazıyordu. Bu da Genelkurmay Başkanın uçağı.
Kapının dışında sonsuz bir siyah Mercedes filosu uzuyor. Bunlarda Genel Müdür vs. düzeyinde bürokratlara ait. Hangi şehirlerden geldikleri belli değil. Bunların şehir içindeki geçitlerini düşünün. Belki geçiş güzergâhındaki alt geçit dükkânları emniyet gerekçesi ile kapatıldı. Ticaret yapamıyorlar. İnsanlar alt geçitlerden geçemiyor. Cumhurbaşkanı geçecek diye yollar sabahtan kapatılmış, trafikte felç olmuş durumda. Ambulanslar bile trafiğe takılarak acil hastaları hastaneye yetiştiremiyor. Cumhurbaşkanın canı canda acil hastanın canı can değil midir? Cumhurbaşkanı için muhakkak tedbir alınmalı ama yollarda tamamen ve uzun süre kapatılmamalıdır.
Bunları Bursa’da yaşadığım için yazdım. Cumhurbaşkanı saat 16.30’da Cumhuriyet Alanından (Heykel) geçti ama alt geçitler sabahtan kapatılmıştı. Dükkânlar açılamıyor. Esnaf ticaret yapamıyor, kazanımdan oluyordu. Helikopter şehrin üstünde devamlı geziyor, sesi de insanın kulağını tırmalıyor bu da işin cabası.
Biz konumuza dönersek bir müze açılışı için bu kadar masraf yapılması benim vicdanımı sızlattı da acaba bu masrafı yaptırılanların vicdanı sızladı mı?
Erdoğan açılışta yaptığı konuşmada Abdullah Gül için, “Milletin kalbinde müstesna bir yeri olduğunu” söyledi. Benim kalbimde müstesna bir yeri yoktur. Dışişleri Bakanıyken ABD ile gizli antlaşma yaptı, meclisten kaçırdı, halka açıklanmıyor. Kandil’e ordunun müdahalesini önledi. Cumhurbaşkanı oldu. Erdoğan’ın güdümünden kurtulamadı. Bir ara biraz sesini çıkarmak istedi. Erdoğan’ın “İcraatçı benim, mesuliyet bana ait, siz sadece Cumhurbaşkanlığı görevinizi yapınız” dedi. Hemen geri adım attı.
Bayram günleri şehir içine konulan TAK’larda, karayolundan görülebilir münasip yerlerdeki dağlarda “Ne Mutlu Türküm Diyene” yazıyordu. Abdullah bu ırk-ı tahakkümdür (bir ırkın üstünlüğünü ifade ediyor) dedi ve bu yazılar kaldırıldı. Ne mutlu TÜRKÜM demekten rahatsız olmuştu. Yüzünün ablaklığından, kaşlarının kalınlığından hangi ırka mensup olduğu belli oluyor. Türklüğü benimseyememiş bir insana benim sevgi beslemem mümkün değildir.
Merak ettim, Suudi Arabistan Kralının cömertçe Erdoğan ve Gül’e 2007 yılında getirdiği hediyeler hala açıklığa kavuşturulamadı. Yasa gereği bu hediyeler defterdarlıklara 10 gün içinde gönderilmesi gerekiyordu. Mehmet Y. Yılmaz bu konuyu köşesinden çok yazdı. Bende köşemde yazdım. Ancak cevap alınamadı. İnşallah Kralın hediyeleri müzede olur!