Devlet adamı, ülkesinin sorunlarını bilen, dünyadaki yönetimleri tanıyan ve değerlendiren, çalışkan ve dürüst insan olmalıdır. Sözünü tartarak konuşmalı, sözün nereye gideceğini bilmelidir. Söylediği sözün gelecekte kendisini bağlayacağını bilmelidir. Kültürlü olmalıdır. Sözünün eri, mert insan ve inandırıcı olmalıdır. Erdemli ve zeki olmalıdır. Nükteden ve esprili, hazır cevap olmalıdır. Ülkesinin gününü değerlendirip, geleceğini tayin edebilecek yeteneklere sahip olmalıdır. Diplomatlar için de aynı değerler geçerlidir. Çünkü onlarda yabancı ülkelerde devletini temsil etmektedirler.
Rahmetli İsmet İnönü, asker olmakla beraber büyük bir devlet adamıydı. İkinci dünya harbi çıkmış, devletler birbirini boğazlıyorlar. Birbirleriyle ticaret durmuş, kendi yağlarıyla kavruluyorlar. Türkiye kurtuluş savaşından çıkalı 15 yıl olmuş. Ülke fakir ve yoksul, ana besin kaynağı buğday bile ancak kendine yetecek kadar üretilebiliyor. (Cumhuriyetin ilk yıllarında buğday ithal eden ülkeyiz) İnsanlar savaşlardan bezgin ve bitap durumda. Savaşı kimin kazanacağı belli değil. İnönü’nün amacı bu şartlarda ülkeyi savaşa sokmamaktır. Ancak İngiltere vs. ülkeler Türkiye’yi savaşa sokmak için zorluyorlar. İnönü, İngiliz Başbakanı ile Adana’da trende buluşuyor. İngiliz Başbakanın aşırı ısrarı karşısında taleplerinin karşılanamayacağını bildiği talepleri öne sürüyor. “Evet savaşa katılabiliriz ancak yeterli silahımız yok, silah vereceksiniz” diyor. “Yeterli buğdayımız vs. yok, askerlerimizin gıda ihtiyacını karşılayacaksınız” diyor. Bir taraftan da savaşa girebiliriz diye buğday stokluyor. Millet aç kalabilir ama asker aç kalamaz değerlendirmesini yapıyor. Türkiye’yi neticede savaşa sokmuyor. Demokrat Parti yıllarca ‘insanları aç bıraktınız’ diye propaganda yapıyor. İnönü buna karşı şu veciz sözü söylüyor; “Evet ben sizi aç bıraktım ama öksüz bırakmadım” İşte devlet adamlığı budur. Bu söz tarihe geçmiştir.
Büyük önder, eşsiz deha Atatürk, Hatay’ın Türkiye toprağı olduğunu belirterek, Fransa ile diplomatik temas halinde (O dönem Hatay’ın yönetimi Fransa’nın elinde) ancak netice alamıyor. Ankara Palas Oteli o tarihte diplomatların uğradığı ve yemek yediği tek yer ve casuslar burada cirit atıyor. Çoğu garson görünümünde. Atatürk burada yemek yiyor. Tahmin ettiği garson (casus) masayı temizlemeye, tabakları yenilemeye geldiğinde masadaki arkadaşlarına, “Yemekten sonra Anadolu’ya gideceğiz, treni hazırlatınız. Oradaki ordu kumandanlarına da haber veriniz orduyu hazırlasın. Fransa sözünde durmuyor, bu iş diplomatik çözülmeyecek, askeri harekatla çözeceğiz” diyor. Haber anında casus vasıtasıyla Fransa’ya bildiriliyor. Fransa’yı telaş sarıyor. Atatürk sabaha karşı Adana’ya gelmeden evvel Fransa’dan telgraf geliyor. Atatürk’e ulaşan telgrafta, “Askeri harekat yapmayınız, bizim ihmallerimiz var ancak konuyu diplomatik olarak çözeceğiz” diyor. Ve Hatay tek kurşun atılmadan Türkiye topraklarına katılıyor. İşte devlet adamlığı, işte diplomasi ve işte neticesi. Böyle büyük devlet adamlarına, utanması kıt insanlar tarafından ‘iki ayyaş’ diye hakaret ediliyor.
Şimdi ülkemizde mahalle kabadayıları var. Her gün konuşuyorlar, nara atıyorlar, ufak çocukları korkuttuklarını sanıyorlar. Gerçek kabadayılar ortaya çıkıp sesini yükseltince de, sus pus oluyorlar, geri adım atıyorlar. Arap Birliği Genel Sekreteri bile, “IŞİD’i siz büyüttünüz” diye fırça atıyor.
Bizim kabadayı her gün konuşuyor. Konuşacak mekan bulamazsa muhtarları topluyor. Gelene, gidene eyyy… diyor. Dolar 3,50 TL’ye fırlıyor. Sonrada vatandaşa, “Dolarlarınızı bozdurunuz” diye yalvarıyor. Ekonomi dibe vuruyor. AB’ye, “Alsan ne yazar, almasan ne yazar. Topunuz gelseniz, yav sen kimsin, umurumda değil, bana bak ileri giderseniz sınır kapılarını açarım” diyor. (Seçmene dönük gaz verme, milliyetçiliğe oynama sevdası) Almanya Başbakanı Merkel, “Kendine gel, biz bu blöfü yemeyiz” deyince bizim kabadayı hemen çark ediyor ve “AB defterini kapatmış değiliz” diyor. Telefonda Merkel’e geniş izahat vermek zorunda kalıyor.
Bizim kabadayı, “Biz sabır dedik, sonunda dayanamadık. Suriye’ye ÖSO ile beraber girmek zorunda kaldık. Devlet terörü estiren zalim Esed’in hükümdarlığına son vermek için biz oraya girdik” diyor. Kremlin’den bizim kabadayının sözlerine hemen tepki geliyor. Kabadayımız da Putin ile telefonla görüşmek zorunda kalıyor. Yine çark ediyor.
Bir başka devlet, “Sen diktatörsün, onun için senin topraklarına giriyorum” derse ne yapacaksın. Sana ne başka bir devletin yönetiminden. Sana, başka bir devletin içişlerine karışma yetkisi veren var mı?
Devlet adamı olunmalıdır. Kabadayılık taslarsanız, ülkenizi maceraya sürüklersiniz. Sizden çok devletiniz ve orada yaşayan insanlar kaybeder. Ülkeyi Ortadoğu bataklığına sürüklemeyiniz. Sonra çıkamazsınız.