Başbakan, Mısır’daki ordunun yönetime el koyması ve sonraki olaylardan sonra Rabia işaretini sık sık halka gösterdi, hanımı da gözyaşları döktü. Türkiye’deki araçlardaki Rabia resimlerine trafik polisleri de ses çıkarmadılar. Fakat arabalarına TÜRK bayrağı asana da, ATATÜRK’ ün Kurtuluş Savaşı’nda Kocatepe’ye çıkışını gösteren resmini arabasına yapıştıran taksi şoförüne özel işaret kullanıyor diye ceza kestiler.
Başbakan ve eşinin Gazi Mahallesi’nde belediye aracında diri diri yakılan üniversite öğrencisi kızımız için, Gezi olaylarında 14 yaşındaki Belkin Elvan’ın evinden ekmek almaya giderken başına isabet eden polisin attığı gaz fişeği ile yaralanan ve halen komada olan bu genç için, ayrıca ölen genç için gözyaşı döktüğünü gördünüz mü? Gezi olaylarında “kahraman polisimiz, destan yazdınız” sözleri hala kulaklarımızda hala çınlıyor.
Başbakan’ın Rabia işareti meğer üzüntü işareti de değilmiş! Dört Bakanını işaret ediyormuş, başparmağını avucunun içine alarak saklaması da ‘ben başım kendimi saklıyorum’ manasına geliyormuş. ‘Oğlum işleri hallediyor’ diyormuş.
Başbakan 17 Aralık 2013 depreminden hemen sonra Konya’da yaptığı konuşmada olayları süzgeçlemeden sorup öğrenmeden “komplo”, “tezgâh” diye konuşuyor. Olayı biliyor da önünü kesmeye çalışıyor. “Hükümete yönelik suikast yapıldı” diyor. Halkta “Ülkeyi soyan, ceplerini dolduran böyle bir hükümet görülmedi, dolarlar ayakkabı kutularından çıkıyor, Bakan çocuklarının evlerinde milyon dolarla bulunuyor, paraları saymak için makine, paraları koymak için para kasaları çıkıyor, bunlar mı komplo, tezgâh” diyor.
Meclis Başkanı Cemil Çiçek’te “yargı bağımsızlığı ölmüştür. Erk’ler ayrılığı kalmamıştır” diyor. Doğruları söylüyor. Bu ülkede T.C. savcısı bazı yolsuzlukları tespit etmişse, tespit ettiği şahıslardan biriside Başbakanın çocuğu ise ve savcılığa ifade vermiyorsa, ifadesi alınamıyorsa, o ülkede gerçekten yargı bağımsızlığı ölmüştür. Hukukunda çivisi çıkmıştır. Hükümetin başındaki şahıs, çocuğunun yargılanmasını önlemek için gece yarısı yönetmelik çıkarıyorsa o ülkede hukuk katledilmiş demektir.
Başbakan, oğlunu adalete teslim etmiyor ama adaleti teslim almaya çalışıyor. Yolsuzluk yapanlar serbest bırakılıp savcının polisin peşine düşülüyor. Bunlar hukukun olmadığı Türkiye’de görülüyor. Almanya’da ise Cumhurbaşkanı yakın arkadaşından biraz fazla borç alıp kendisine ev aldığı için istifa etmek zorunda kalıyor. Bizdekiler her halde ileri demokrasi gereği.
Ak’ın ak olmadığı gencecik insanların anayasal hakkını kullanarak yapmış olduğu gösterilerde öldüğü, yaralandığı gözünü kaybettiği devletin cellâtlaştığı bir yıl yaşadık. Başbakan ki, yalan ve iftiralarla, halkın kin ve düşmanlığa teşvik etmiştir.
Bu yolsuzluk ve rüşvet operasyonu basit bir olay değildir. Toplum bunu denetleyecektir. Savcılık gereğini yapmak zorundadır. Suçlar karartılmamalıdır. Suçlular mutlaka cezalarını görmelidirler. Toplum yargıya güvenemez hale getirildi. Bununda “Deniz Feneri” gibi üstü örtülür endişesini taşımaktadır. Yargı, yürütmenin denetimi altında olmamalıdır. Başbakan, yargıyı da yasama gibi denetim altına alma çabası içindedir. “Yargıyı kim denetleyecek” demektedir. Yargının kolları vardır o kendi kendini denetler. Yürütme erk’i gibi iki dudak arasında değildir. Anayasa hukuku Prof. Ak Parti Mv. Burhan Kuzu, “Parlamenter modelde kuvvetler ayrılığı yoktur” derse olacağı budur. Türkiye’de bir diktatör yaratılmak isteniyor. Bu prof. hukuk diploması veren hocaların herhalde kemikleri sızlar.
Başbakan, Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan için “dürüstlüğünden şüphem yok, olsa olsa saflığının kurbanı olmuştur” dediniz. Evinde ayakkabı kutusunda 4.5 milyon dolar çıktı. Ne de safmış!
Başbakan sizin safınız bu ise akıllı olanlarınız acaba neler yaptı?