Başbakanın 11 yıllık icraatında dikkatimi çeken çok yönleri oldu ama toplumu yönlendirmek, kendi felsefesine göre yönetebilmek için daima iki ileri, tepki gelmesiyle geri çekilmesi var. Ben her şeyi bilirim, ben her şeyi yaparım, yaptıklarım doğrudur, muhalefet edilmesini istemem düzeyinde, muhalefet edenlere de varsa elindeki kozu uygulamaktadır ve pasivize etmektedir. Örneğin gazete patronları ve köşe yazarlarında olduğu gibi.
Başbakan bazı söylemlerine karşın, daha sonra tam tersine tavır sergilemektedir. Örneğin; emperyalist güçlerin Libya petrollerine göz dikip, Nato’yu da görevlendirip Kaddafi’yi devirme girişimine, ‘’Nato’nun Libya’da ne işi var’’ demişti. Daha sonra, Libya’yı vurmak için Nato güçlerine İzmir’de hava üssü vermişti.
Başbakan, Suriye lideri Esad’la kan kardeşti. ABD istedi ve can düşmanı oldu. Türkiye’yi, Suriye muhalif güçlerine lojistik destek üssü haline getirdi.
Başbakana gazeteciler, ‘’Türkiye’ye patriot füze rampaları kurulacakmış’’ diye sordu. Aldıkları cevap ta, ‘’Yok öyle bir şey’’ oldu. 15 gün sonra da rampa kurma çalışmaları, İsrail’i korumak için başladı. Bu örnekleri çoğaltabiliriz.
Başbakan, Türkiye’nin güneydoğu sorununu çözmek için daha önce ‘açılım süreci’ başlattı. Aylarca topçusuyla, popçusuyla fırsat buldukça her yerde konuştu. Fakat açılımla ilgili net bir cümle bile söylemedi.
AKP hükümeti şimdi barış-müzakere süreci dedi. Gelen tepkiler, ‘’Kiminle barış-müzakere yapıyorsunuz, karşınızda devlet mi var?’’ olunca, çark etti ve ‘çözüm süreci’nde (ki çözülme süreci) karar aldı. Süreç devam ediyor. Akil insanlar oluşturuldu ki, akil demek, misalli büyük Türkçe sözlükte ‘yiyen-yiyici’ (afiyet olsun) yazıyor. Akiller Türkiye’yi dolaşıyor, tepkiler alıyor, randevusuz salonlara girilmiyor. Benim aklımın devşirilmesi için Bursa’daki toplantıya girme isteğim, polis müdürü tarafından kabul görmüyor! Yazılı ve görsel basın onlardan bahsediyor. MHP Genel Başkanına fezleke düzenleme tehdidi savruluyor. Akillerle, fezlekelerle başbakan gündem oluşturuyor. Kendisini kenara atarak sorulacak sorulara muhatap olmaktan kaçıyor.
İmralı ile yapılan görüşmelerde, Öcalan baş aktör oluyor, Türkiye’nin kaderini belirliyor. Karayılan’da çekilme takvimini belirliyor. Başbakan, ‘silahsız sınır dışına çıkacaklar’ diyor. Karayılan ise, ‘silahlarımızla çıkacağız’ diyor. Karayılan, ‘’Türkiye’deki kürtler artık kimliksiz ve statüsüz yaşayamaz’ diyor. Bu Türkiye’nin aczidir, teslimiyetidir.
Başbakan, 2010 yılında ‘’PKK, düşmanlarımızın Türkiye’ye yaptığı dayatmadır’’ diyor. Şimdi, onların ağzına bakarak Türkiye’yi yönetmeye kalkıyor. ‘’BDP, PKK’nın uzantısıdır’’ diyor, şimdi BDP ile anayasa yapmaya başlıyor. Dün, ‘’Zerdüşt, din düşmanı, bebek katili, ateist’’ dediği Öcalan’la şimdi kanka olmuştur.
PKK silahları ile çıkıyor, hükümet buna sorusuz, sualsiz, mahkemesiz çıkış izni veriyor. Bunlar bu ülkede kan akıtmadı mı, askeri, polisi, sivil vatandaşı öldürmedi mi? Bu ülkede kan, barut izleri, yetim yavrular bırakmadılar mı?
Bu ülkede gizli tanıklarla, uydurma CD’lerle Genelkurmay Başkanını ve kahraman kumandanlarını terör örgütü kurmakla suçlayacaksın, yargılayacaksın, hapishanelerde çürüteceksin, gerçek terör örgütlerine elini kolunu sallaya sallaya çek git, ülkeyi terk et diyeceksin. Hangi yasada bu var. Türkiye, muz cumhuriyeti midir? O terör örgütü ki, ‘’İsteklerimiz yerine gelmezse 50 bin kişi ile Türkiye’ye geri döneriz, daha fazla kan akıtırız’’ tehdidinde bulunuyor.
Şu bir gerçek ki, terör örgütünün istekleri yerine getirilirse, ülke bölünür, getirilmezse daha fazla kan akıtılacaktır. Süreç te hikaye olacaktır.
Başbakan, çeşitli aktörleri bu süreçte konuşturuyor da, kendi ağzından sürecin içeriği ile ilgili bir tek cümlesi yok. Bu süreç başarısızlığa uğradığında, muhalefet partilerini suçlayacaktır. Bizi desteklemediler diyecektir. Suçu onlara atacaktır. Zeytinyağı gibi üste çıkacaktır.
Başbakan, Türkiye’de ileri demokrasi var diyorsa, Türkiye’de demokrasi geriye gidiyor demektir.