”
Bir ülkede yeteri kadar eğitim görmeyenin elindeki oy pusulası yalnız faydasız değil, tehlikedir. Japonya bu tehlikeyi gördüğü için önce eğitime önem vermiş ve eğitimi olmayanlara oy kullandırmamıştır. 1877’de Japonya’da seçmen sayısı 460 bin olarak belirlenmiştir. Daha sonra bu sayı 3 milyona çıkarılmıştır. 1925 yılında da 13 milyon seçmen olmuştur.
M.K.Atatürk, İzmir’e girdiğinin ertesinde, Y.K.Karaosmanoğlu ve Fatih Rıfkı Atay’a, ‘’Şimdi hiçbir işimiz bitmemiştir. Şimdi asıl düşmanla mücadele etmeye başlayacağız’’ derken, cehaleti işaret etmiştir. Cahil halk yığınlarının vicdan sömürücüleri çoğunluktaydı. 1960 yıllarının ortalarında bile bir milletvekili, bütün liselerin İmam Hatip’e çevrilmesini teklif etmiştir.
Bütün Müslüman dünyasının gerileme, çökme ve bugünkü halleri medreselerdir, softalıktır. Bugün bile bir vekil (Altan Tan) çıkıp, medreselerin, tekke ve zaviyelerin açılması için kanun teklifi verebiliyor. Siz bakmayın onun şimdi BDP’li olduğuna, zamanında Erbakan’ın tedrisinden geçmiştir.
Dinimizin ana teması insan sağlığı, toplum sağlığıdır. Dinin bir büyük faydası da, ki cehalet yığınlarının, tanrı korkusu ile ahlaksızlıktan korumaktır.
Gerçekte Kuran’a göre oruç tutan Müslüman, fakat sövmeyen, iftira etmeyen, namaz kılan Müslüman, fakat hak yemeyen, zulmetmeyen, öldürmeyen, çalmayan, hacca giden Müslüman, ama hac parasıyla bir yoksulu okutan, aç doyuran bin kat daha Müslüman değil midir? Kuran’a göre sütüne su katan, o gün beş vakit namazını boşuna kılmış olmuyor mu?
Şimdi 22 islam ülkesine bir bakınız. Camide, cami çıkışında birbirini öldürmüyor mu? Çoluk, çocuk demeden Pazar yerine bomba atmıyor mu? İftira atıyor, zulmediyor, öldürüyor, çalıyor, bu mudur Müslümanlık? Allah her türlü ibadet eksikliğini affediyor fakat ‘karşıma kul hakkı ile gelme’ diye emrediyor.
Dinimiz, ‘kötülüğün anası cehalettir’ demiştir. Ömer Hayyam da, ‘Alimin verdiği zehri iç, cahilin verdiği şerbeti yerlere saç’ demiştir.
Atatürk de, kurtuluştan sonra cehalete savaş açmıştır. Cehaletten dün olduğu gibi bugünde nemalananlar, onun için Atatürk’ü sevmezler.
Bir Fransız hukukçu, ‘geri bir toplumu ilerletecek en uygun demokrasi sistemini Atatürk bulmuştur’ demiştir.
Atatürk, asker olmasına rağmen aynı zamanda diplomattır da. Hatay’ın Türkiye’ye bağlanması çözüm yolunda iken, emperyalistler bir taraftan da entrika çeviriyorlardı. Fransa, verdiği sözden dönerek güçlük çıkarıyordu. Atatürk’ün buna canı çok sıkılıyor, bir gün ‘biz park otelde bir sofra hazırlatınız’ emrini veriyor. Otel lokantasındaki sofrada bir müddet oyalandıktan sonra yaverine, ‘’yarın sabah Adana’ya gideceğim. İlgili kişilere bize bir tren hazırlamalarını hemen telefonla söyleyiniz’’ demiş. Daha sonra, ‘’Ankara’ya haber veriniz. Mareşal Fevzi Çakmak’la İsmet İnönü’de Eskişehir’de bana katılsınlar’’ diye emretmiştir.
İ.İnönü o zaman başbakan değildi. Atatürk ertesi sabah trenle yola çıktı. Ankara’dan gelenler, Eskişehir’de kendileri için hazırlanan kompartımana girdiler. Fakat bir telaş havası vardı. ‘Fransa ile savaşa mı tutuşacağız’ diye.
Konya yolunda Londra Büyükelçisi Fethi Okyar’dan acele şifreli bir telgraf geldiğini haber verdiler. Büyükelçi telgrafında şunları söylüyordu; ‘’Dışişleri bakanı Eden beni uykudan uyandırdı. Aman Atatürk’e yazınız, Hitler’le başımız dertte, Fransa’ya ihtiyacımız var. Yolculuğunu durdurmasını rica ederiz. Söz veriyorum ben Fransa’ya vaat ettiklerini yaptıracağım’’ diye yazıyordu.
Atatürk telgrafı okuduktan sonra ‘istenilen olmuştur dönelim’ der. Daha sonra yanındakilere, ‘Ben park otelin casuslarla dolu olduğunu, her yaptığımın ve söylediğimin hemen yerine yetiştirileceğini biliyordum. Onun için otele gitmiştim’ der. Hatay konusu daha sonrada çözülmüştür.
İşte diplomasi budur. İnce zeka ve öngörü gerektirir. Bizim başbakan gibi, ulu orta her yerde, her şeyi konuşarak olmaz. Sokaktaki, kahvehanedeki Türk vatandaşı bunları yutar, hamasi söylemlere inanır ama diplomasi yutmaz. AB’ye almazsanız Şangay beşlisine geçerim blöfleri ile bir devlet yönetilemez. Hem kendi hemde devletin itibarını zedelersin. Şuanda Türkiye, Suriye konusunda yalnız bırakılmıştır. İsrail’e bağırıp çağırmıştır, gerisi boş çıkmıştır. Suriye’de uçağımız düşürülmüştür, bir sürü palavra sıkılmış fakat içi boş çıkmıştır. Yunanistan, adalarımıza bayrağını dahi dikmiş, ses çıkaramamışız. Bir milyar dolar karşılığı Kuzey Irak’a asker göndermeme anlaşmasını ABD ile yapmışız. Irak’ta devlet dururken, aşiret reisi ile ABD emrettiği için kanka olmuşuz….vs.
Netice mi? Tür dış politikası çok kötü yönetiliyor. Ülkemize yazık oluyor.
“