”
PKK davalarından hükümlü mahkumlarla, KCK operasyonlarından tutuklananların, anadilde eğitim, Kürtçe savunma hakkı ve Abdullah Öcalan’ın cezaevi koşullarının iyileştirilmesi talebiyle başlattıkları açlık grevi 45 gününü doldurmuş. Tabi bu talepleri içinde ‘’Türkiye’de özerklik hukukuna dayalı demokratik cumhuriyet yönetiminin sağlanması’’da var.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin, yaptığı açıklamada atacakları adımları anlatmış, ‘’A. Öcalan’ın koşullarının iyileştirilmesi için gereken çalışmaların yapıldığını’’, ‘’Anadilde savunma hakkı ile ilgili bakanlık çalışmalarımız sürüyor, diğer alanlarda çalışmalarımıza olgunlaştıktan sonra anlarla ilgili gerekli bilgilendirmeleri de yapacağız’’ demişti. 60 cezaevinde 600’ün üzerinde tutuklu açlık grevine devam ediyormuş.
Adalet Bakanı, taviz verildikçe tepelerine binileceğinin herhalde farkında değil!
Anadilde eğitim isteniyor! İlk, orta, lise, yüksekokullarda Kürtçe eğitim verileceğine göre, bu okullara Kürtçe bilen öğretmenler nereden bulunacak. Bu okullarda okuyanlar mezun olduktan sonra ‘’Biz Türkçe bilmiyoruz, görevlerimizi ancak Kürtçe konuşulan yerlerde yapabiliriz’’ derlerse ne olacak? Peşinen söyleyeyim ayrışma hemen başlayacak. Türk’ü, Kürt’ü birbirinden hemen ve tamamen kopacaktır. Almanya’da demokrasi mi yoktur da, Almanya’ya giden ve orada ikamet edecek olanların Almanca bilmesi şart koşulmaktadır. Aksi takdirde Almanya’ya kabul edilmemektedir. İsterse bunlar evli olsunlar. Anadilde eğitim talebi ülkemizin parçalanmasına giden en büyük aşamadır, kabul edilemez.
Kürtçe savunma hakkı isteniyor. Güneydoğu’da yaşayan insanlar Türkçe bilmiyorlar mı? 89 yıldır Türkçe öğrenemediler mi? Kaç tane hakim ve savcı Kürtçe biliyor. Türkçe bilmeyen şuanda çok az vatandaşımız vardır. Bunların içinde hukukla sorunları olanlar tercüman tutabilirler veya devlet tercüman verebilir. Bu talepte bulunmak, oralara Kürtçe bilen hakim ve savcı isteyeceklerdir ki, bu talep ayrışmanın ikinci perdesini açacaktır. Kabul etmek mümkün değildir.
A.Öcalan’ın cezaevi koşullarının iyileştirilmesi talebi tuhaf kaçıyor. Yaşadığı yer, Türkiye’de hükümlü olarak yaşayanların en konforlu yeridir. Hiçbir mahkuma gösterilmeyen özen, Öcalan’a gösterilmektedir. Bu Öcalan ki, 28 yıldır terör belasını başımıza bulaştıran zattır. PKK terör örgütünü kurmuş, 1984 yılından buyana, asker, sivil, öğretmen demeden öldürtmüştür. Devletin makinelerini, yatırım gelmesin diye yaktırmıştır. Toplumu sindirmek için köyleri basmış, kadın, çocuk, bebek demeden kendi kürt kardeşlerini bile öldürtmüştür.
Yandaşları vasıtasıyla saçtığı şer tohumları, 2008 yılında dershane önünde, Diyarbakır’da 6’sı öğrenci 7 vatandaşın ölümüne sebep olmuştur. Şuanda da okullar ateşe verilmektedir. Masum yavruların ne günahı vardır. Dünyada hiçbir terör örgütü okulları yakmamıştır, çocukları öldürmemiştir.
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, ‘’Öcalan özgür olmadan çözüm olmaz’’ diyor. Öcalan, o kadar etkinse ilk önce vicdanının sesini dinlesin, okulların yakılmasına mani olsun. 30 bin insanımızın katili nasıl olurda özgür olur.
Öcalan, yakalanıp çıktığı mahkemede, ‘’Bundan sonra devletim için çalışacağım, yaptıklarım yanlıştı, pişmanım’’ gibi sözlerle az ceza almak için kendisini acındırmaya kalkmış insandır. Hiçbir zaman güven duyulamaz.
Ölüm acıdır, hiçbir insanın ölmesini istemem. Fakat ölüm orucuna yatanlar, devleti tehdit eder hale geldiler. Bu insanlara bazıları, ‘’Hadi aslanlarım, ölün de davaya hizmetiniz olsun’’ diye teşvik ediyorlar. Bu teşvik edicilerin kendileri neden ölüm orucuna yatmıyorlar. Ölüm orucuna yatan 600 yerine, 6 bin olsun, isterse 60 bin olsun mühim değildir. Ölüm orucuna yatanlar, 30 bin genç, sivil, asker, kadın, çocuk, öğrenci öldüğünde neredeydiler? Neden bu ölümlerde ölüm orucuna yatmadılar. Ölüm oruçları, vatanın parçalanmasına dönük eylemlerdir.
Selahattin Demirtaş, ‘’Avrupa’da Türklere, Türkçe eğitim veriyorlarmış. Böyle gerekçe mi olur? Burası Kürdistan olduğu için anadilde eğitim hakkı var’’ diyor. Demirtaş, kendini Türkiye vatandaşı olarak herhalde görmüyor. ‘’Burası kürdistan’’ diyebiliyor. Arkasından da çözüm istiyor. Herhalde çözüm dedikleri ülkenin parçalanmak istenmesidir.
Demirtaş’ın, ‘’Türkiye’de özerklik hukukuna dayalı yönetim sağlanması’’ talebi de bir aldatmacadır. Özerkliği sağlayabilirlerse, arkasından ‘bağımsızlık’ diyeceklerdir ki, her türlü demokratik hakka sahipler. Tek düşünceleri Türkiye’yi parçalamak ve kürt devleti kurmaktır.
Demirtaş, yandaşlarına ‘’30 Ekim’de Türkiye’de hayatı durdurun’’ talimatı vermiş. Demirtaş, unutmasın ki, 75 milyonluk bu gemi batmaz. Belki kuyruktan biraz su alabilir. Aldığı bu suda Demirtaş ve onun gibi düşünenler muhakkak boğulacaktır.
Sezgin Tanrıkulu’ndan Ricam
Tanrıkulu, geçtiğimiz günlerde, ‘’Öcalan’a tecrit kaldırılsın’’ demiş, ‘’Öcalan’ın, yakınlarıyla ve avukatlarıyla görüştürülmesi gerektiğini’’ belirtmiş, ‘’Öyle anlaşılıyor ki, Öcalan’ın tutulma koşulları insan haklarına ve hukukuna uygun değil’’ ifadesini kullanmış.
Tanrıkulu, herhalde PKK ağzı ile konuştuğunun farkında değil. Mahkemeler bittiğine göre avukatları ile neyi görüşecek. PKK’ya mesaj iletmesini mi istiyor. 30 bin insanımızın öldürülmesinin en büyük sorumlusu olan Öcalan, o zaman insan haklarını neden düşünmedi. Hükümet şimdi kendisine saray yaptırıyormuş. Balbay’ları, Tuncay’ları, Haberal’ları suyu akmayan, klozeti olmayan 10-12 m² hücrelere tıkıyorlar da, bunların insan hakları nerede. Bebek katilinin insan hak ve hukuku mu olur.
CHP’ye yıllarca oy veren ve yönetimlerde görev alan bir kişi olarak, kendisinin CHP yönetiminde bulunmasını onaylamıyorum, istemiyorum. En büyük talebim, yönetimden istifa etmesidir.
“