”
İlerlemiş yaşımın sonunda (71), babalarımızın Türkiye’ye mübadele ile (1924) geldiği Yunanistan’ın Drama ili Kırlar nahiyesindeki yaşadığı toprakları görmek nasip oldu.
Bu 12 günlük geziden uzun uzun bahsetmeyeceğim, fakat bazı konulara değinmeden de geçemeyeceğim.
12 huzurlu gün diyorum. Evet huzurlu günler, bu günler içinde Türk TV izlemedim, yeğenlerime de izletmedim. Ne başbakanın bir partiyi küçük düşürmek için, onun kurucu liderine, tarihi şahsiyet olmasına dahi saygı göstermeden, söylemediğini bırakmadığı, hakaret dolu konuşmalarını izledim, nede şahsını, partisini, hükümetini tenkit edenlere en ağır sözler söylemesini dinledim. Diğer yandan Güneydoğu Anadolu’da polislerimizin, askerlerimizin şehit edilmelerini dinleyerek yüreğim yanmadı. Neden şehit olan askerlerim Anadolu’nun bağrından çıkan gençlerde, niçin bakanın, milletvekilinin, bürokratın, üst düzey subayın, sermaye grubundan bir kişinin dahi evladı değil, diye kendimi sorgulamadım. Yoksa bunlar erkek evlat sahibi değiller mi, yada erkek evlatlarını askere göndermiyorlar mı?
Kırlar nahiyesinde 8-9 yaşlarında Karaman’dan göç eden 85 yaşında ki (halen dinç) bayanın, bizlere Türk kahvesini ikram etmesini, kendisinin yapmış olduğu dondurma ikramını ve yarım Türkçesi ile ‘kalınız sizlere yemek ikram edeyim’ demesini unutmak mümkün değildir.
Selanik’te Atatürk evini gezdik, yaşamını izledik, fakat broşürleri kalmamış (ne kadar yanlış) temin etmek mümkün olmadı.
Makedonya’da (manastır) Atatürk’ün okuduğu askeri idadiyi (lise) gezdik. Ne yazık ki orada da broşür yoktu.
Kosova’da I. Murat’ın türbesini ziyaret ettik. Orada da Türkçe broşür maalesef kalmamış. Başka devletler olsa ‘maalesef kalmadı’ demezlerdi, her dilden broşür hazırlardı ve ziyaretçilere verirlerdi. Kültür Bakanlığımızın ne kadar çok çalıştığını da bu vesile ile anlamış olduk! Utanılacak durum.
Karadağ devleti, Bar ilçesinde Adriyatik denizinde, denize girdik. Tertemiz sahil şeridi ve deniz. Marmara denizimiz ise pislik yuvası. Çocuk bezlerini kuma gömenlerle dolu.
Hırvatistan, Dubrovnik, kale içi evleri, sokakları ile gerçekten görülmeğe değer, harikulade yerler şahane manzaraları var.
Makedonya’da Üsküp şehrini gezdik. Özet olarak şahane bir şehir, yemyeşil ve geniş caddeleri ile heykeller şehri. Öğretmeninden, din adamına, parlamenterinden, tarihi büyüklerine kadar her türlü heykel görmek mümkün. Bizim gibi heykellerden korkmayan, heykellere ‘ucube’ demeyen kültür anlayışına sahipler.
Bulgar (Sofya’da) bir vatandaşa soru sorduğumuzda dil bilmediği için anlayamayınca bizleri arabasına bindirip 2 km uzaklıktaki Türkçe bilen bir Türk’e götürmesini, Filibe yolunu sorduğumuz bir Bulgar vatandaşın, işaretle ‘beni takip edin’ diyerek, bize öncülük etmesini, biz kırmızı ışıkta kalınca aracını kenara çekip beklemesini, yeşil ışıkla beraber bizim önümüze geçip yol göstermesini, insanlara yardım etmenin fazilet olduğunu sergilediler. İşte insanlık budur.
12 gün hiçbir mangal yakan insana rastlamadık. Bizler mangal keyfi için ormanlarımız yakarken, bu insanlar ormanlarını koruyorlar, yeşili seviyorlar. Karacabey’den daha küçük ilçelerde dahi, şehir içinde 4-5 tane, 20-30 dönümlük parkları var. Birçok caddeleri mis gibi ıhlamur kokuyor. Kiliseleri, okulları geniş bahçeler ve ağaçlıklar içinde. Bizim İmaret Camii dışında bahçeli ne bir camimiz nede doğru dürüst okulumuz var. Çocuklarımıza okulda, yeşili, ağacı sevdirelim diyoruz, okullarımızda bahçe de yok ağaç ta yok. Balkanlar’da Osmanlı’dan kalma birçok camimiz de bahçe içinde. Demek ki atalarımız da yeşili seviyorlarmış.
8 Balkan ülkesinde, özürlü insanlara da pek rastlamadık. Dilencide hiç yoktu. Müslümanların yoğun yaşadığı şehirlerde dilenciler gördük. Hele bir şehirde türbanlıda çoktu. Demek ki bizim dinci hükümetimiz oralara kadar el uzatmış. Türbanlılar bir arada geziyor. Cami bahçesinde buluşuyorlar. Sadaka kültürü bu şehirlerde gelişmiş. İmam Hatip’li, dinci hükümetimiz, Müslümanlarda, sadaka kültürünü çok iyi bildiği için, ülkemizde de sadaka kültürünü geliştirdiler. Bu sayede de çok oy topluyorlar.
Köylerinde dahi bir düzen, intizam var. Bahçeli, çiçeklik içinde ve kamelyalı evleri var. Bahçeleri ve sokakları dahi ağaçlı ve yemyeşil. Ahırlarını, köylerinden 1-2 km uzakta yapmışlar. Ne sinekten nede ahır kokusundan rahatsız oluyorlar.
Mezarlıkları intizamlı ve tertemiz. Ölülerine de saygıları var. Bizim mezarlıklar çalılık, otluk, pislik içinde. Belediyeler her tarafa masraf yapıyorlar, mezarlıkların bakım ve temizliği için 2-3 eleman tutamıyorlar. Pislik paçamızdan akıyor.
Hiçbir şehir içinde baz istasyonu görmedim. Kapıkule’den Türkiye’ye girince, Edirne’de o güzelim Selimiye Camii ve dört minaresinin güzel görünümüne tahammül edemediğimiz için, arka taraflarını baz istasyonlarıyla doldurmuşuz. Çirkin ve rezil bir görüntü. ‘İşte Türkiye bu’ demekten kendimi alamıyorum.
Bütün Balkanlar, ovası ile, dağı ile, şehirlerdeki parkları ile yeşilliklerle kaplanmış. İlçemizdeki yeşil alanlar ise Belediyelerce rant için imara açılmıştır. Belediyede yetkili olsam ilk işim, geniş caddelerimizin yaya kaldırımlarına Ladin, çınar ve Ihlamur ekmek olur. Hiç olmazsa 15-20 yıl sonra yeşil bir şehre kavuşuruz.
Özet olarak şunu söyleyebilirim. Gördüğüm devletler yeşili seviyor, biz ise betonu seviyoruz.
“