“
Saygıdeğer okurlarım merhaba işte yeniden buluştuk. Biliyorsunuz
her sene 26 Eylül ‘Dil Bayramı’dır. ‘’ Bugünden sonra divanda, dergâhta,
bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır. ‘’
1277 yılında yayınladığı fermanla Karamanoğlu Mehmet, Türk milletinin milli
hislerinin öz yerinde olan bir atası olduğunu göstermiştir. Dil ile ilgili
duyarlılığa 26 Eylül 1932’de Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri de son noktayı
koymuştur. Bu yüzdende her sene 26 Eylül Dil Bayramıdır.
Ve ben her sene bu dil
bayramını içim burkularak kutlarım, nasıl burkulmasın. Başta ilçelerimiz olmak
üzere bütün büyük kentlerimizde bir ecnebi dil hayranlığı almış gidiyor. Açılan
yerler dükkanlar nedense hep bir özentiyle yabancı isimli mekanlar halini sokuluyor.
Bu içimi burkan bir yanı, diğeri ise vücuduma sanki bir pala sokulacak şekilde
beni ağır yaralar.
Bölücü çevrelerin artık tavan
yapacak şekilde dile getirdiği ve olmazsa olmaz dediği 3 maddeden bir tanesidir,
ana dilde eğitim. Bunların ana dilde eğitim dediği dil ise Türkçe, Arapça, Farsça’dan
meydana gelmiş, bir şekilde matematiksel kodlama yöntemidir.
Ne yazık ki dilimize yeteri
kadar sahip çıkılmamaktadır. Burada da en büyük görev eğitime özelikle de Milli
Eğitime düşmektedir. Lütfen ana-babalar çocuklarımızın Türkçeyi doğru olarak
hem yazması hem de konuşması için duyarlı olalım. Yazımı bir fıkrayla bitirmek
isterim, bu fıkradan herkes payına düşeni alsın.
Bilirsiniz eskiden her köyde
köy odaları olurdu. Fıkra bu ya adamın biri köyler arası yolculuk yaparken
köyün birinde konaklamak zorunda kalıyor. Tabi köylü bu şahısa köy odasını
açıyor, adamcağız gece uyurken rüya görüyor ve sabah uyandığında kahvaltı
edecekken gece gördüğü rüyayı yorumlayabilecek kimse var mı diye etrafına
soruyor. Etrafındakiler rüya ilminden anlamadıklarını, yalnız Mustafa Hoca diye
bu işlerden anlayan birisi olduğunu, ona sorması gerektiği söyleyerek şahsı
Mustafa Hocanın yanına götürüyorlar. Adam başlıyor anlatmaya.
-Hocam rüyamda yürüyordum,
yürüdüğüm yer dağ mı desem, tepe mi desem, ova mı desem anlayamadım. Sonra bir
ev çıktı kaşıma, ev mi desem, konak mı desem, saray mı desem anlayamadım. Sonra
kapıyı çalıyorum biri çıkıyor karşıma, in mi desem, cin mi desem, ne desem
derken; Mustafa Hoca bir dakika ben anladım diyor ve
-Allah senin belanı verecek,
bugün mü desem, yarın mı desem, seneye mi desem….. Anlaya sivrisinek saz,
anlamayana davul zurna az… İşte halimiz sayın okurlarım bir sonraki yazımda
görüşmek dileğiyle…….
“