”
Merhaba sayın okurlarım, yeni yılın bu ilk yazısıyla huzurlarınızdayım. Bir yılı daha geride bıraktık, tüm yaşanmışlarıyla birlikte.
Gerçi eski yılda bir nevi kesintisiz şiddet, karamsarlık, tüketimi körükleme, müstehcenlik ve özenti içinde geçti sayılır.
Bir yandan beyaz Türklerin kolay kazanıp kolay harcamalarına tanık olduk tıpkı eski yıllarda olduğu gibi.
Diğer yandan kızgın güneşin altında çoluk çocuğunun rızkını arayan insanlara da tanık olduk aynı zamanda. Statlar her zamanki gibi doldu taştı! Herkes birbirine bir şeyler anlattı ama kimse bir kimsenin ne dediğini bir türlü anlamak istemedi. Çünkü daha kapı komşumuzdan habersizdik mesela.
Her şey o kadar sıradan olmuştu ki her yer güllük gülistanlıktı sanki. Hiçbir sorun göremiyorduk memlekette. Sıradanlaşmıştık örneğin. Çünkü kokulara alışmıştık bir kere.
Koku değince bir hikâye geldi aklıma. Hani şehirden Anadolu’nun ücra bir köyüne gelin gider. Gelin hanım köye varır varmaz tezek kokusu burnunun direğini sızlatır adeta… Her tarafta tezek yığınları vardır. Kayın pederine dert yanar ve bu kokuya nasıl dayandıklarını sorar.
Kayınpeder: Kızım biz evimizin etrafındakileri uzaklaştırsak bile, 15 metre öteden bu kez Mustafa Efendi’nin evinin etrafındaki tezek kokusu gelir. Burası, köy yeri.
Hamarat gelin bu cevaptan hoşnut olmaz işe koyulur, evlerinin etrafındaki bütün tezekleri uzaklaştırır. Sözüm ona, bir ay sonra kokudan eser kalmaz.
Kayınpederine döner: Gördünüz mü Babacığım koku diye bir şey kalmadı deyince, kayınpederi, kızım aslında koku aynen devam ediyor ama kokuya senin burnun alıştı der.
Üzülerek yazıyorum milletimiz birçok yanlışlığa ve çirkinliğe hikâyedeki koku gibi alıştırılmıştır. Yavaş yavaş burnumuza giren onarılması güç olan bu kokudan derhal kurtulmamız lazımdır. Geçen senelerin aksine benim 2012’den en büyük beklentim; Kokuşmuşluğa necip milletimin son vermesi, gelecek yılları Misk-i Amber kokuları içinde geçirmesi yazarınız olarak en büyük isteğimdir.
Bir sonraki yazımda görüşmek dileğiyle….
“