“
Venedikliler de benzer bir şekilde gemilerini Garda Gölü’
ne indirmişlerdi. Önce bolca yağ sürülmüş olan sabit tekerlekler üzerine
yerleştirilmiş küçük gemiler, daha sonra da büyük olanlar, sayısız cerehor ve
öküzler tarafından çekilerek eskiden üzüm bağları ve ağaçlarla kaplı olup,
Türkler tarafından düzleştirilmiş ve kalaslar döşenmiş Galata Bayırı’na çekildi
ve buradan mürettebatın naraları ve nakkare sesleri altında, Hıristiyanların
şaşkın gözleri önünde aniden salıverilerek, Haliç’in köpüren sularına
indirildiler.
Bu sayede Hıristiyan filosunun
gizlenme yeri olan Haliç’e toplam 67 gemi indirildi. Bu gemiler, imparatorun
filosu ile açık savaşa girmediler. Ama yine de kuşatmaya iki yönden yarar
sağladılar. Öncelikle gemilerdeki Hıristiyanlar artık sürekli tetikte olmak
zorundaydılar ve şehri savunmak için yerlerinden ayrılamadılar. Diğer taraftan,
daha önce de belirttiğimiz gibi, imparatorluk ordusunun bazı birlikleri şehrin
çok iyi savunulan bu hattaki surlarını müdafaa etmek üzere buraya kaydırılmak
zorunda kaldılar.
Bu arada Mayıs ayı gelip çattı
ve surların içinde birçok bahçeyi ve tarlayı barındıran İstanbul’da erzak
eksikliği baş göstermeye başladı. Halk, bazı olağandışı hadiselerden dolayı
felaketin yakın olduğunun işaretlerini görmeye başladı. Meryem Ana’nın
mucizeler yarattığını inanılan resmi bir ayin sırasında yere düştü ve zorlukla
yerden kaldırılabildi. Bir başka sefer, ilahiler söyleyerek caddelerden geçen
halk, korkunç bir fırtınaya yakalandı ve dağılmak zorunda kaldı. Şafak
söktükten sonra günün ilk saatlerinde şehrin üzerine yoğun bir sis bulutu
çökerek, baharın açık gökyüzünü kapladı. Çevrede beliren büyük bir ejderha
hayvanları yemeye başladı. Halk yine de hala Tanrı’nın ve Meryem Ana’nın
sürekli koruması altında bulunan şehrin felakete sürüklenmesini engelleyeceğini
umut etti ve tehdit altındaki Hıristiyanların belleğinde eski bir rivayet
canlandı: Gökyüzünden bir şövalye inecek ve Konstantin’in sütununa gelip,
kendisine bir melek tarafından getirilen topuzla düşmanları ‘ İran Dağları’na
kadar kovalayacak ve yok edecekti. Bu açıklama, İstanbul’daki Hıristiyan halkın
çaresizliğini simgelerle açıklayan bir yaklaşımdır.
26 Mayıs günü gece geç
saatlere kadar, Türk ordugahında, özellikle de sultanın bizzat karargahını
kurduğu Topkapı önlerinde büyük ateşler görüldü. Aynı zamanda öyle büyük bir
gürültü koptu ki, Bizanslılar ‘’gökyüzünün çökeceğini ‘’ düşünmeye başladılar.
28 Mayıs’ta toplar eskisinden
daha yoğun ateş etmeye başladı ve Türk münadiler, herkesin kendisine tahsis
edilen yerde ertesi sabah yapılacak büyük saldırıya hazır olmalarını haber
verdi. 2. Mehmet, bunun üzerine emirlerinin zamanında yerine getirilip getirilmediğini
denetlemek üzere atı ile bizzat Türk safları arasında gezindi. Tüm bu
hazırlıklar şehirden de fark edildi. Ve kutsal eşyaları, mukaddes imparator
mezarlarını ve değerli sanat eserlerini barındıran tüm kilise ve manastırlarda,
sanki Hıristiyan İstanbul’un son gününe hazırlık yapar gibi çanlar çalmaya
başladı.
2. Mehmet’in ve her iki
Beylerbeyi’nin komutası altındaki yeniçeriler, sultanın da bulunduğu Topkapı
ile Silivri Kapı ve Eğrikapı’da harekete geçtiler. Bu seçkin ve zafere aşina
birlikler demir gibi disiplinleri için de ‘YA
YENECEKLER, YA DA ÖLECEKLERDİ’
Aralarında, Hıristiyanlar
tarafından vurulup, yere düşene kadar özellikle ULUBATLI HASAN dev cüssesi ile göze çarpıyordu. Bombardımanın
yarattığı dumanlar etraflarını çevreliyor ve kuşatma altında olanların,
ilerleyen yeniçerileri görmelerini engelliyordu.
Çatışmalar devam ederken şehre
girmiş olan yeniçeriler, genelde ahşap evlerin bulunduğu dar sokaklardan
geçerek merkeze; dikilitaşların bulunduğu Hipodrom’a ve mukaddes Ayasofya
Kilisesi’ne doğru ilerleyen süvari birlikleri oluşturdular. Niyetleri,
kendilerine vaat edilen ganimetlerden en iyisini almaktı. Her yerde özellikle
güçlü ve güzel köleler, ya da özgürlüklerini satın alabilecek kadar zengin
olanları aramaya başladılar. Sadece onlara karşı gelenleri, ya da ellerinde
kanlı silahları ile rastladıkları Bizanslı veya Frenk askerlerini öldürdüler.
Zira OSMANLILAR, elde
edecekleri kazancı, insanları tıpkı Timur gibi katlederek, yok edecek kadar
aptal değildiler. FETİH GÜNÜ geldi çattı. 29 Mayıs, Hıristiyanlar için özel bir
gün olan Azize Thedosia günüydü. İşte bu günü ve yaşananları bundan sonra ki
yazımda anlatacağım…
“