Karacabeyli genç siyasetçi Sinan Çiftçi, geçtiğimiz hafta Halk TV ve Kanal B’de yayınlanan iki programın canlı yayın konuğu oldu. Karacabeyli çiftçilerin yoğun ilgi gösterdiği programlarda konuşan Sinan Çiftçi, tarım ve hayvancılıktaki sorunları Türkiye gündemine taşıdı ve iktidarının tarımda yanlış politikalar sergilediğini iddia etti.
Özellikle köy kahvelerinde yoğun ilgi gören programlarda, iktidarın çiftçiye yönelik hiçbir tarım politikası olmadığını vurgulayan Sinan Çiftçi’nin konuşmasından satırbaşları şöyle: “Öncelikle bizi izleyen Karacabeyli vatandaşlarıma buradan selam gönderiyorum. Karacabey’in adını her platformda duyurmak benim için en büyük onurdur. Programa çıkmadan önce onlarca çiftçimiz beni aradı. Hepsinin sorunlarını birazdan gündeme getireceğim.
Türkiye’de salçalık domates üretiminin % 40’ın Karacabey ve Mustafakemalpaşa ovaları tarafından karşılanıyor. 5 yıldır domates fiyatları aynı. Her yıl girdi maliyetleri yükseliyor fakat domates fiyatlarında herhangi bir değişim yok. 1 dönüm araziden ortalama 10 ton domates verim alınıyor. Kilosunu 25 kuruştan hesapladığınızda, 1 dönüm domates 2500 lira topluyor. Yer seninse maliyeti 2000 lira, yeri kira ile tutuyorsan 2500 lira. Kısacası domatesin kökü zarar. Çiftçinin alın teri döküp, emek harcayıp, üretip iflas ettiği, borç batağına saplandığı Türkiye’den başka bir ülke var mı? Çoluğuna çocuğuna bakar gibi ürün yetiştiriyorsun ama zarar ediyorsun.
Karacabey’in Bakırköylü çiftçilerimiz, bırakın ürün yetiştirip hasat etmeyi, sulama bile yapamaz durumda. Kütahya’da faaliyet gösteren bor maden ocaklarının atıkları arıtılmıyor. Arıtmalar çalıştırılmıyor. Bu atıklar M.Kemalpaşa deresi üzerinden Bakırköy’e ulaşıyor. Bakırköylü çiftçilerimiz sulama yapamıyor. Borlu su, bitkileri kurutuyor. Bakırköy’de ekilen domates ve biberler bu borlu sudan dolayı kuruyor. Buna acilen bir çözüm bulunması gerekiyor.
Yine Karacabey’in Canbalı Deresi’nde geçtiğimiz aylarda balık katliamı yaşandı. İddialara göre buna neden olan Susurluk Şeker Fabrikası veya başka fabrikaların atıkları hem dereyi kirletmiş, hem de bu zehirli atıklar balıkları öldürmüştü. Derelerimiz temiz akmalıdır. Bu konuda ciddi çalışmalarda ve eylemlerde bulunan Karacabeyli çevre gönüllülerine de buradan selam gönderiyorum. Mücadelenizde asla yalnız değilsiniz.
Türk tarımı tamamen ithalata dayanıyor. Her şeyi ithal ediyoruz. Türkiye; Rusya, Almanya ve Fransa’dan buğday, İngiltere ve Hırvatistan’dan arpa, Gürcistan’dan saman, ABD, Yunanistan ve Hindistan’dan pamuk, Arjantin’den soya, Brezilya ve Arjantin’den mısır ithal ediyor. Türkiye’de tam mısır harmanı başlayacak iken, çiftçimiz mısırını biçecek iken, limanlara gemiler yanaşıyor. Gümrük vergileri sıfırlanıyor dışarıdan mısır geliyor. Tamamen Türk çiftçisine düşman bir yapı ile karşı karşıyayız. Türk çiftçisi üvey evlat muamelesi görüyor. Türkiye, 2016 yılında 5.4 milyar dolarlık ihracat, 7 milyar dolarlık ithalat yapıyor. Yani ithalatımız ihracatı geçmiş durumda.
Tarım alanlarına bakalım. 2002’de 26 milyon 579 bin hektar iken, 2016’da 23 milyon 900 bin hektara iniyor. 3 milyon hektar arazide çiftçimiz üretim yapmaktan vazgeçmiş. Çünkü ne ekersen zarar ediyorsun. Tarıma sağlanan destekleme tamamen laf kalabalığından ibaret.
AKP iktidarı, 2006’da çıkardığı bir yasa ile GSYH’nin %1’inin çiftçiye verileceğinin sözünü verdi. Fakat bu söz 2006’dan bugüne uygulanmıyor. Çiftçinin devletten tam 102 milyar lira alacağı var. Sayın Başbakan, Türkiye’nin tarımda 1 numara olduğunu söylemişti. Çiftçimiz buna sadece gülüyor. Hatta buna kargalar bile güler.
Çiftçimiz gırtlağına kadar borçlu durumda. Tüm banka ve kooperatiflerden kredi kullanmış, 5-6 kredi kartı olan, tarlalarını da ipotek etmiş, AKP iktidar olduğunda kamu ve özel bankalar ile kooperatiflere 1 katrilyon borçlu olup da 15 yıllık AKP iktidarı boyunca borcu tam 89 kat artıp da 89 katrilyon borcu olan acı bir tablo ile karşı karşıyayız.
Şortunu giyip de açık denizlere açılan yat sahibine ucuz mazot verilirken, Türk çiftçisi Dünyanın en pahalı mazotunu, en pahalı gübresini, en pahalı elektriğini ve en pahalı yemini kullanıyor.
Çiftçimiz toprağa alın terini döküp karşılığını beklerken, bir bayram günü çıkartılan kararname ile buğday, arpa, mısır, kırmızı et, canlı hayvan ve pirinçte gümrük vergileri sıfırlandı. AKP iktidarı, Türk çiftçisine değil yabancı çiftçilere çalışıyor.
İki Trakya büyüklüğünde toprağımız ekilmiyorken, çözüm Sudan’dan toprak kiralamak değildir. Sudan’dan Sivas büyüklüğünde tarım arazisi kiralandı. Bu araziyi, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na bağlı TİGEM kiraladı. Tahıl ülkesi olarak bilinen, dünyaya sebze ve meyve ihraç eden Türkiye tarihinde ilk kez yabancı ülkelerden toprak kiralayıp bu ülkelerde tarımsal ürün üretme kararı aldı. Afrika ülkesi Sudan’da 7 milyon 805 bin dekar (dönüm) tarım arazisi 99 yıllığına kiralandı. Sudan’da sadece Türkiye’de yetişmeyen tropikal ürünler değil, aynı zamanda Türkiye’de en çok üretilen buğday ile domates, biber, patlıcan ve salatalık gibi yazın ülke genelinde, kışın seralarda üretilen bitkileri de üretilecek. TİGEM’in örnek çiftlikte pamuk, soya, ayçiçeği, susam, buğday, mısır, şeker kamışı, bakla, yonca, domates, patlıcan, yeşillik ve biber üretimi yapacağı açıklandı.
Karacabey Akhisar ve Sultaniye köyündeki çiftçilerimizin bir önerisi var: Bütün tarım arazilerine asfalt dökelim, bunun yerine AVM ve gökdelen yapılsın. Bu şekilde de tarım sorun olmaktan çıkmış olur. Bir şey lazım olursa da çok paramız var ya gidip ithal ederiz. Bu mesaj ülkemizde tarımın ne noktaya geldiğini özetliyor, çok acı.
Türk çiftçisi kendi ürettiği domatesi satamazken, sen Sudan’dan domates üreteceksin. Şaka gibi bir olay. Bunu yapan da Tarım Bakanlığı. Kendi çiftçisine bu kadar düşman olan bir düzen olamaz. Tarım Bakanımız; Ahmet Eşref Fakıbaba yerine, Alman ya da Fransız olsaydı, emin olun çiftçimize daha büyük destek verirdi.
AKP iktidarının beton, inşaat ve müteahhitlik sevdası maalesef bitmiyor. 1.sınıf tarım arazileri, zeytinlikler ve köy meraları yabancılara peşkeş çekiliyor.
Bu yaz Karacabey ve Mustafakemalpaşa’nın köylerinde bir dolu afeti yaşandı. Mağdur çiftçi maalesef dilenci durumuna düşürüldü. Tarım Sigortası yaptırmanın maliyeti çok yüksek. Tarım sigortası yaptıran çiftçi sayısı çok düşük. AKP iktidarı zor gününde çiftçinin yanında olmadı. Verilen sözler tutulmadı. Çiftçinin zararı karşılanmadı sadece borçları ertelendi, hem de faizle ertelendi. Borç ertelemek çözüm değil. Borç erteleyerek tarımda üretim ve gelişim sağlayamayız.
Suriyeli mültecilere 25 milyar liralık destek verilirken, çiftçilerimize ve hayvancılarımıza 10 milyar lira destek veriliyor. Bizim çiftçimize ve hayvancımıza, Suriyelilerin yaklaşık 3 katı kadar düşük destekleme veriliyor.
Atatürk, ‘Köylü milletin efendisidir’ demişti. Ancak maalesef bugün Atatürk’ün kemikleri sızlıyor. Köylü artık milletin efendisi değil, aracıların, tefecilerin ve iktidarın kölesi olmuş durumda.
Antalya Gazipaşa’da serasında domates yetiştiren bir çiftçi, domatesin kilosunu 60 kuruşa satıyor. 60 kuruşluk bu domatesi, vatandaşlarımız İstanbul’daki süpermarketten 8 liraya satın alıyor. Tarladan çıkış fiyatı ile markette satış fiyatı arasında dağlar kadar fark var. Çiftçi o ürünü üretene kadar anası ağlıyor ama parayı aracılar kazanıyor. Bu düzen değişmelidir.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba, ‘Bir ülke kendi gıdasını üretemiyorsa ve başka ülkelere muhtaçsa tam bağımsız değildir’ dedi. Aslında itiraf etmiş oldu. Türkiye’yi tarif etmiş oldu.
Aşure örneğinden bahsetmek istiyorum. Aşure yerli ve milli olarak bilinmekte. Fakat aşure tabağının içine baktığımızda hiçte öyle değil. Buğday Rusya’dan, ceviz Özbekistan ve ABD’den, badem ABD’den, nohut Meksika ve Arjantin’den, kuru fasulye Kanada’dan geliyor. Millilikten ve milli tarımdan bahsediyoruz ama aşurenin ismi milli, içindekiler gayrı milli.
Tarımda iflas ettik. Son 10 yılda 860 milyon dolarlık tohum ithal etmişiz. Domates neden eskisi gibi kokmuyor diye soruyor vatandaş? Domatesin tohumunu Fransa’dan ithal edersen, bu domates nasıl eskisi gibi koksun. Diyarbakır’ın karpuzu ABD’nin karpuz tohumuna yenildi. Havuç, lahana ve ıspanak tohumu da yabancılara yenildi. Türkiye’ye dışarıdan tohum gelmediğini düşünün, Türk çiftçisi ekim yapamayacak. Böyle acı bir tablodayız. Bir sanayi ülkesi olan Almanya, kendi ürettiği et ile kendi nüfusunu doyuruyor. Güya bir tarım ülkesi olan Türkiye ise, dünyanın dört bir yanından et ithal ediyor. Halkımız eti sofrasında bayramdan bayrama görüyor. Biz Hollanda’dan domates tohumu alıyoruz, büyük emeklerle yetiştirip işleyip Hollanda’ya geri satıyoruz. Fakat, tohumu üreten Hollanda Türkiye’den daha çok para kazanıyor.
Samanı, patatesi, hayvanı, yemini, aşısını bile ithal ediyoruz. Çiftçi üvey evlat muamelesi görüyor. Ekim planlamamız yok. ABD ve AB ülkeleri 5’er yıllık ekim ve üretim planlaması yapıyor. Bizde hiçbir plan ve program yok. Türkiye’de ithalat oranları ihracatı geçmiş durumda. Konya’dan küçük Hollanda’nın tarım ihracatı 185 milyar dolar, Türkiye’de ise bu rakam sadece 12 milyar dolar.
Domatesi yetiştiriyoruz, domates kızarıyor ama bazılarının da yüzünün kızarması gerekiyor. Tarım bakanı ve iktidar yöneticilerinin de yüzü kızardığında, Türk çiftçisinin yüzü gülecektir.
Sulama Birliği borçları da keza. Karacabey’de 3 bin icra dosyası var. Sulama Birlikleri avukatlara çalışıyor. Sulama borçlarının faizleri silinsin, anapara taksitlendirilsin, çiftçilerimiz rahat bir nefes alsın. Allah’ın verdiği suyu bile bu kadar zor şartlarda kullanmayalım. Bazı bankaların yine bazı köyleri satın aldığı söyleniyor. Jandarma, köylerde yakalayacak çiftçi arıyor. Çiftçilerimiz hapislerde çürüyor.
Eylül ayında kilosu 27 liraya kestirilen bir dana bugün 17 liraya kestiriliyor. Fakat kasapta etin kilosu hala 35-40 lira. Süt fiyatları sudan ucuz durumda. 1 lira 30 kuruş. Süt üreticilerimiz tehdit altında. Süt alan firmalar artık yem de üretmeye başladı. Senin sütünü alırım ama yemi de benden alacaksın denilerek, hayvancılarımız tehdit ediliyor. Ben yemi senden almak zorunda mıyım? Belki kendim üreteceğim belki başka bir yerden vadeli olarak alacağım. Çiftçinin eli kolu bağlanmış durumda. Suriyeliler kadar değerimiz yok.
Şeker pancarına da değinmek istiyorum. Fransa’da 4 milyon ton şeker üretimi var, fakat 2 milyon ton şeker tüketimi yapılıyor. Fransa’da da üretim fazla, tüketim az. Ama Fransa’da neden pancar kotası yok? Fransa neden zarar etmiyor? Türkiye’de nişasta bazlı şeker üreten firmaların kapanması gerekiyor. Cumhuriyet’ten bize miras kalan şeker fabrikalarımıza sahip çıkmamız lazım. Şeker pancarının şeker oranına göre fiyatı artıyor. Pancarda polar 14 polara sabitlenmeli.
Türkiye’de çok acil ekim planlaması yapılması lazım. Tarımda gelişen ülkelerin hepsi planlı üretim yapıyor. Ama biz her şeyi ithal etmeye, çiftçimizi üvey evlat olarak görmeye devam edersek daha çok şey kaybederiz”