Dünyada hiçbir devlet, egemenliği altındaki topraklarda eli silahlı grupların kentleri ve kasabaları hendeklerle barikatlarla kapatıp, özerk bölgeler kurma çalışmalarına müsaade etmez edemez.
Türkiye’de bu silahlı eylemlere kalkışanlara karşı güvenlik güçlerimizin vermiş olduğu mücadelede sokağa çıkma yasağı da uygulanıyor. Amaç sivil vatandaşlara zarar gelmesini önlemek. Onun içinde operasyonlar yavaş ilerliyor. Sokağa çıkma yasağı uzuyor. Ancak 1128 Akademisyen çıkmış “silahlar sussun” diyor. Diyor da PKK’ya en ufacık bir söz söylemiyor. Sanki silahlı kuvvetlerimiz bu mücadeleyi zevk için yapıyor. PKK bölgede sivil ölümlerin yaşanacağını bilerek ve isteyerek bu isyanı şehirlere taşımıştır. Ölen insanlar, kadınlar, çocuklar PKK’nın umurunda değil. Amaçları bu yurdun asil unsurları olan Kürt ve Türk’ü birbirinden ayrıştırmak. Türkiye’den toprak koparmak.
1128 Akademisyen şunları ifade ediyor.
A- Devletin terörle mücadele operasyonlarını eleştirmek doğruca vatandaşına şiddet uygulamakla halkına karşı katliam yürütmekle suçluyor.
B- Bu iddia yenilir yutulur bir itham değil, yayınladıkları bildiride terör örgütüne ağızlarına bile almıyorlar, cinayetlerin lafını bile etmiyorlar.
C- Türk askerinin bölgeden çekilmesini istiyorlar. Bölge PKK’ya mı teslim edilecek? Unuttukları bu sınırlar kanla çizildi.
D- Ortada silahlı eylem, zorbalıklar, öz yönetim, haraç alma, mahkeme kurma, hendek kazma içine patlayıcı koyma vs. yokmuş gibi sadece ve sadece devleti suçlayıcı ifadeler var. PKK oldu bitti peşinde değil, ülkenin bir bölümü TC devletinden koparıp silah zoruyla kendisi yönetmeğe çalışmıyormuş gibi.
E- PKK’lı teröristler evlerden ateş açarak sokaktaki cenazelerin alınmasını engellemesini, Tahir Elçi’nin öldürülmesinde keşif yapan savcılara silahlı saldırı yaparak mani olunmasında hiç söz etmiyorlar.
F- PKK’nın Güneydoğuda tatbikata koyduğu ”devrimci halk savaşına” halkın katılmadığını da görmüyorlar.
PKK yandaşları sokağa çıkma yasağını Anayasa Mahkemesine (AYM) götürdüler. AYM yasağın tedbirin kaldırma talebini haksız buldu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gittiler onlarda AYM’nin kararına hak vererek AYM’nin kararına uydu ve “devlet katliam yapıyor” demedi. Asayişi sağlayan zorunlu güvenlik operasyonu olarak baktı.
Akademisyenler terörle mücadeleyi “kıyım ve katliam” gibi ölçüsüz suçlamalar getirdiler. Bu akademik yaklaşımdan uzak olduğu kadar barışseverlikle bağdaşmaz.
PKK terörüne tamamen kör, devletin operasyonlarına karşı fevkalade ön yargılı ve adaletsiz yazılmış bir bildiridir. PKK’nın suçlarını örtbas ediyor, terör gerçeğinin üstünü örtüyor, terörü çarpıtıyor PKK’yı kolluyor. PKK ağzı ile konuşuyor, PKK’nın propaganda dilini kullanıyor.
Bütün bu olayların sorumlusu Erdoğan’dır. 2002 yılında sıfır olarak aldıkları terörü 13 yılda tek başına iktidarlarında bu hale getirdiler.
Bütün bu haksız ve tek yanlı bildiriye rağmen, bildiri şiddet içermiyorsa şiddeti teşvik etmiyorsa ifade özgürlüğü olarak dikkate alınabilirdi. Özgürlükçü demokrasilerde bu böyle kabul edilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan YÖK’ü, rektörleri ve savcıları göreve çağırdı. Savcılara emir verir duruma düştü, hukuku çiğnedi. Savcılar normal görevlerini yapabilirlerdi. Akademisyenler sabahın 7’sinde gözaltına alındılar, evleri arandı, büroların kapılarına X işareti konuldu.
Bu durum yarın uluslararası raporlarda bizim karşımıza çıkabilir. Baskıcı ülke olarak suçlanabiliriz. Batıda bu gibi bildiriler “ifade özgürlüğü” olarak kabul edilmektedir. Haklı olduğumuz davada haksız duruma düşmekteyiz. Hapis yâda işten uzaklaştırma cezaları ile karşı karşıya kalabilecek akademisyenler acaba bunu mu istiyorlar? Türkiye’yi zorda bırakmak peşindeler mi?