Türkiye’deki vatandaşların kitap okuma alışkanlığı yoktur. Türkiye’de nüfusun %4.5’i kitap okuyor. Bu da nüfusun bir ferdinin 10 yıl bir kitap okumasına tekabül ediyor. Japonya’da ise her bir fert yılda 17 kitap okuyor. Kitap okumadığımız için değer yargımız çok düşük. Japonya 1927 yılında cahil olarak değerlendiği halkının %23’e oy bile kullandırmamıştır.
Ben Soner Yalçının “Kayıp Sicil Erdoğan’ın Çalınan Dosyası” kitabını okumaya başladım. Kitabı okudukça hayretler içinde kaldım. Bu kadar da olmaz dedim. Ancak her olay belgeleri ile sabit. Sabit olduğu içinde ki kitap haline getirilmiş. Kitaptan özetler sunacağım arada birde kendi yorumumu yazacağım. Siz okurlarım bu kitabı merak ediyorsanız temin edebilirsiniz. Temin etmek istiyorsanız yazıda geçecek rakamları lütfen bir kenara not ediniz. Bir gün sizlere lazım olabilir.
Cumhurbaşkanının soyu hakkında 9 Aralık 2014 TAKİP Gazetesi’nde ‘Dokunmayın Garibime’ başlığı altında makale yazmıştım. Bu yazı serimize Erdoğan’ın 21 Şubat 2004’te Siirt’te söylediği cümle ile başlayalım. “Bu ülkede fakir-fukaranın garip-gurebanın alın terini kimler sömürdüyse bunun hesabını vereceklerdir.” Cümle çok güzelde gerçek böyle midir? Kitap’ta onu göreceğiz.
Tüyü bitmemiş yetim hakkını yiyenlerden bu ülke insanı bir gün hesap sormalıdır. Rahmetli İsmet İnönü, “Bu ülkede namussuzlar kadar namuslularda cesur olmalıdır” demişti. Bazı siyasilerde herhalde İnönü’ye bunun için bu kadar çok kızıyorlar ve hakaret ediyorlar. Haramzadeler zemzem içse de, din iman dese de, her gün camiye gitse de, yetim hakkı yedikleri için cennete gidemezler, yerleri cehennemdir.
Ben hayatımı maaşlı olarak kazandım. Emekli oldum. Memurların aldığı para bellidir. Ele güne rezil olmadan hayatını devam ettirir. Eğer memur/işçinin bakmakla yükümlü olduğu nüfus kalabalık ise hayat çekilmezde olur. Hiç bir memurun maaşıyla zengin olduğu görülmemiştir. Bu hizmetlide olsa, bürokratta olsa, hatta Başbakan, Cumhurbaşkanı da olsa neticede maaşlıdır.
Cumhurbaşkanı 1994 yılında İst. Büyükşehir Belediye Bşk. adayı oldu. Sultanbeyli’deki propaganda konuşmasında yüzüğünü göstererek (resmi var) “Tek servetim işte, benim servetim işte bu alyansımdır. Eğer bir gün beni zengin görürseniz biliniz ki hırsızlık yapmışımdır” diyor. (Z.Ö.; Allah yardımcısı olsun)
Erdoğan’ın hayranı olduğu ve her fırsatta şiirlerini okuduğu N.F.Kısakürek, Gençliğe hitabesinde, “dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik” istiyordu. (Z.Ö.; Erdoğan’da onun için dindar ve kindar bir gençlik yetiştirmek istiyor.)
Erdoğan, 1970 yıllarında Nakşibendî İskenderpaşa Camii müridiydi. Ancak sakal bırakmadı. Şalvar, cüppe giymedi. Kravata karşı değildi. Erbakan’ı örnek alıyordu. 15 Ekim 1978’de Ankara’da MSP kongresi yapıldı. Salondaki büyük boy ATATÜRK portesinin gözleri oyuldu. Kongre salonu duvarlarına “İslam Devleti Kurulsun, Ya İslam, Ya ölüm” gibi sloganlar yazılmıştı. (Cumhurbaşkanın cumhuriyetle kavgası herhalde o zamanlarda başladı. Referanssa hep İslam oldu. 1980 yıllarda can yoldaşı Mehmet Metiner (şimdi mv.) Erdoğan için kaleme aldığı yazıda, “Erdoğan günah olduğu için kadın eli sıkmıyor, kahvede oturanlara selam vermenin caiz olmadığına inanıyor. Kadınların siyasi çalışmalar içinde erkeklerle bir arada bulunmasını günah sayıyordu” diye yazıyor.
Erdoğan, 1989 yılında Adapazarı Kristal Düğün Salonunda yapılan konferansta “kürtaja son vereceklerini açıklıyor” kadınlardan büyük tepki alıyor. Milli Nizam, Milli Selamet, Refah Partisi dönemlerinde kadınlar partiye üye kabul edilmedi. Hayrettin Karaman, Bekir Topaloğlu, Faruk Başar gibi Prof.Dr.’lar partiye kadın üye katılması teklifi ile 1989 yılında Refah Partisi İstanbul İl Kadın Kolları kurulması görevi Sibel Eraslan’a verildi.
Erdoğan, 31 Mart 1982 yılında askere gitmeye mecbur kaldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin hışmından korkuyordu. Ailesi yoksuldu. 3 çocuğu vardı. Cezaevine düşerse onlara kim bakacaktı. (Z.Ö.; Fakirlik bu insan çocuklarını düşünmek zorundadır.)
Not: Yazı devam edecek…