Eğitim Sen Karacabey İlçe Temsilciliği, özgürlük mücadelesine sahip çıkılması gerektiğini belirten bir açıklama yaptı. Eğitim Sen’liler, “İşte tam da böyle bir zamanda gencinden yaşlısına, işçisinden emekçisine el ele demokrasi taleplerine sahip çıkmanın; eşit, özgür, demokratik ve gerçek laik bir Türkiye için direnişi büyütmenin tam zamanıdır. KESK ve Eğitim Sen olarak bu inançla herkesi günlük yaşamda özgürlük mücadelesine sahip çıkmaya, sesini bu köhne düzene karşı yükseltmeye çağırıyoruz.” dedi.
İktidarı eleştiren Eğitim Sen İlçe Temsilcisi Zakir Üngör, yaptıkları açıklamada şu ifadelere yer verdi; “Sosyal, siyasal, ekonomik ve toplumsal alanı neoliberal ilişkilerin piyasacı mantığına göre yeniden düzenleyen iktidar, toplumsal muhalefeti etkisizleştirmek ve yıkım politikalarının tahribatını görünmez kılmak için tüm yaşam alanlarını dinsel muhafazakârlıkla kuşatmaktadır.
Çocuklarımızın ve ülkemizin geleceğini yakından ilgilendiren eğitim alanındaki 4+4+4 dönüşümünün ardından kamusal alanı siyasi ve ideolojik hedefleriyle yeniden şekillendirmeye çalışması, toplumsal yaşamın içinde nerede ne içileceğinden, kimin kaç çocuk doğuracağına kadar sistematik yasakları hayatımıza sokmasıyla birlikte Hükümetin kendi istediği toplumda kendi istediği nesilleri yaratmanın ısrarında olduğu açıktır.
İktidarın tahayyül ettiği dini muhafazakâr toplum yapısında kadına, kadın emeği ve bedenine biçtiği rol ise son dönemdeki uygulamalar ve cinsiyetçi söylemlerle daha görünür hale gelmektedir. Hükümetin yaşamın her alanında, yukarıdan aşağı dinsel gericiliği kadınlar üzerinden inşa etme çabası, toplumsal ahlak ve yaşayış biçimlerini kendi çizdiği sınırlar içinde dini referanslarla yeniden tanımlaması eşliğinde sürmektedir. Kendi normlarıyla tanımladığı ahlak bekçiliğini topluma dayatan, evrensel insan haklarını, demokrasiyi askıya alan ve eşitsizliği çağdışı dogmalarla körükleyen bu anlayış, hamile kadının sokağa çıkmasını ‘ahlaksızlık’ olarak görmeye kadar varmaktadır.
12 Eylül’le birlikte sürdürülen Türk-İslam sentezi, Yeşil Kuşak Projeleri gibi toplumun dinsel muhafazakârlıkla kuşatılması politikalarının ürünü olarak serpilen mevcut iktidar, bu politikaları bugün 12 Eylül’ü de aşan baskıcı, otoriter ve katı sömürü ekseninde iktidar gücünün yeniden üretilmesinde kullanmaktadır. Gezi direnişinden sonra toplumsal muhalefete karşı baskı ve şiddette sınır tanımayan iktidar, Gezi’yle birlikte büyüyen direnişi, dayanışma ve birliği parçalayarak bastırmanın yolunu da dinsel-muhafazakâr toplum yaratmaya dönük hamlelerine hız vermede aramaktadır. En son gündeme getirdiği “Kız öğrenciler, erkek öğrenci ile aynı evde kalıyor. Muhafazakâr yapımıza bu ters” söylemi de bu kapsamda dinsel gericiliği kurumsallaştıran Hükümetin, evlerin içini denetlemeye kadar varan “özgürlük” anlayışının boyutlarını ortaya sermektedir. 3-5 çocuk, kürtaj, sezaryen, karma yurtların ayrılması, 4+4+4, kamuda türban serbestliği gibi uygulamalardan sonra “kızlı erkekli aynı evde” kalma açıklaması bu yönde, iktidarın Haziran halk direnişinin ardından, özgürlük ve demokrasi taleplerini kendi sınırları içine çekme arayışlarının da bir parçası olarak görülmektedir.
Kuşkusuz iktidarın kendi rejimini sürdürmede en fazla endişe ettiği konulardan biri de Gezi direnişi ile halk arasında yeniden büyüyen birlik ve dayanışmadır. Ortak talepler etrafında sarsılmaz bir sağduyu ve direnme gücü ile kenetlenen farklı toplumsal kesimlerin bir arada hareket etme duygusunu parçalamaya dönük iktidar, uzunca bir süredir muhbir bir toplum yaratma adına, toplumsal kesimleri karşı karşıya getirecek ayrıştırıcı bir söylem üzerinden hareket etmektedir. Şimdi de yeni ortaya attığı gündemleri de böylesi bir karşıtlık üzerinden halkın önüne getirmektedir.
Demokrasi ve özgürlük talepleri Haziran direnişinde bir çığlığa dönüşmüştür. Artık bu çığlığı dindirmeye, bastırmaya hiçbir zorbanın gücünün yetmeyeceği de bilinmelidir. Halkın büyük çoğunluğunun giderek yoksullaştığı, emekçilerin güvencesiz ve düşük ücretlerle çalışmak zorunda bırakıldığı bugünkü koşulların nedeni olan iktidarın elbette özgürlük ve demokrasi taleplerine tahammülü yoktur. Israrı ve gayreti, gasp etmeye, sömürüye, talana ve yağmaya odaklanmış politikalarının ihtiyacı olarak tevekkülcü, şükürcü, kaderci bireyler yaratmadan ibarettir. Bu hedefe doğru ise kullandığı strateji, dini muhafazakârlıkla kuşatılmış toplum yapısıyla gelecek nesilleri de kapsayacak bir toplum yapısının kurulması ve bu sayede siyasal İslam’la güvence altına alınmış neoliberal, otoriter düzeninin devamlılığını sağlamaktır.
Hükümetin yukarıdan aşağıya dinsel muhafazakârlık temelinde, yaşam alanlarına müdahalelerle tüm toplumu dinsel gericilikle kuşatmasına, her bireyi denetim altına alarak toplumun özgürlük ve demokrasi alanını daraltmasına karşı verilecek mücadele, ancak bu köhne düzene karşı bütünlüklü bir mücadelenin parçası olarak sürdürülebilir.”