”
Sen kalkacaksın anayasal düzeni ihlal edeceksin. Devletin
birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozmaya yelteneceksin. Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı silahlı örgüt kuracaksın. Çoluk, çocuk, asker, polis demeden 30 bin küsur kişinin canını kıyacaksın. Sonrada yandaşların aracılığıyla ev hapsi isteyeceksin. Var mı böyle bir dünya?
Evet, var sayın okurlarım. Oysaki daha dün gibi
hatırlarım. Bu bölücü başı yakalandığı vakit mahkeme başkanı elindeki kalemi
kırarak idam kararını açıklamıştı. Ama AB uyum yasaları falan filan derken bir
çırpıda mecliste idam cezası kaldırılıvermişti!
İşte o gün bugündür İmralı adasında yatıyor.
Avukatlarıyla düzenli görüşüyor. Ailesiyle görüşüyor. Dolaylı olarak bölücü
örgüte talimat gönderiyor. Düzenli doktor kontrolünde. Özel diyetisyeni bile
bulunmakta. Fiziksel, sosyal, kültürel ihtiyaçları eksiksiz bir şekilde
karşılanmakta.
Ne ala memleket. Mesela Silivri’de böyle bir konfor var
mı? Kesinlikle yok. Yandaş vekilleri çıkıp diyor ki ‘cezası ev hapsine
çevrilsin’. Sen yukarıda bazısını sıraladığım şeyleri yapacaksın bide ev de yan
gelip yatacaksın.
Peki, neye istinaden bu evde yatmak istiyor. Etkin
pişmanlıktan mı? Yaş küçüklüğünden mi? Yoksa iyi halinden mi? Öyle ki bu
ülkenin seçilmiş milletvekilleri bile evlerinin yolunu unutmuşken bunu
tartışmak reva mı?
Bizi yönetenler gündemimiz de yok diyorlar ama hazır bu
tartışma ortamına girmişken devlet önce şehit ve gazi ailelerine bu soruyu
sorsun. Desin ki, ‘’Ey evladını bu vatan için şehit vermiş, gazi olmuş şehidin ailesi.
Şehitlerin kemikleri sızlar mı? Gazi olup gözünü kolunu kaybetmiş evladının bu
uzuvları yerine gelir mi?’’
Çünkü her tartışmada bizim yüreklerimiz sızlamakta.
Sızlamaz ise durmak yok yola devam. Bir sonraki yazımda görüşmek dileğiyle.
“