“
Karacabey Ziraat Odası, 10 adet GD mısır çeşitleri için
hazırlanan bilimsel risk ve sosyo-ekonomik değerlendirme raporuyla ilgili
açıklamada bulundu.
Karacabey Ziraat Odası
Danışmanı Zir.Yük. Mühendisi Orhan Karaca’nın incelemeleri sonucunda
Biyogüvenlik kurulunun 10 adet GD mısır çeşitlerinin ithalatı hakkında
hazırladığı bilimsel raporların kafaları karıştırdığı ileri sürüldü.
Ziraat Odası Başkanı Hasan
Karahasanoğlu ve Meclis Başkanı Nuri Karaca, bilimsel kurul tarafından
hazırlanan bu raporun gerçekten bilimsel bir kurul tarafından hazırlanıp
hazırlanmadığından kuşku duyduklarını belirtti.
Yalnızca 29 kaynak kullanımı
yapılarak 25 sayfadan oluşan ve kısıtlı istatistikî veriler içeren bu dokümanın
herhangi bir üniversite öğrencisi tarafından da çok kısa bir süre içerisinde
hazırlanabileceğini düşündüklerini vurgulayan Karahasanoğlu ile Karaca,
“Ülkemiz insanlarının, üreticiler ile birçok kesimin direkt ve ciddi bir
şekilde etkileyebilecek konu ile ilgili hazırlanan raporun bu kadar sığ olarak
hazırlanması bizleri üzdüğü gibi endişelenmemize de neden olmaktadır” dedi.
Raporların bilimsel risk
değerlendirilmesi ile ilgili görüşlerini paylaşan Karahasanoğlu ile
Karaca, “Raporda ilgimizi çeken
noktaları belirtmek isteriz; Raporların 1. sayfasında ‘Tüm yem maddelerinin
fiyatlarının artışına paralel olarak mısır fiyatı da özellikle biyodizel
sanayisinde kullanılması sonrasında büyük artış göstermiştir’. Bu kullanım tipi
4. sayfada da anlamsız bir şekilde ön plana çıkartılmaktadır. Türkiye’de
üretilen mısırın ne kadarı biyodizel üretiminde kullanılmaktadır ki fiyat
artışlarına neden olmaktadır?
2. sayfada biyoteknolojik
tohumların dünyada dağılımında artış gösterilmeye çalışılmıştır. Dünya
üzerindeki ülkelerin yüzdesel olarak ne kadarı bu üretime izin vermektedir? Bu
durum veriler ile ortaya konulsa daha sağlıklı olarak bu nokta
desteklenebilirdi. Haritada gösterilen ülkelerin çoğu zaten bu teknolojinin
üretildikleri ülkelerdir.
3. sayfada belirtilen
Glifosinat amonyum herbisiti kullanımına imkan veren GD mısır çeşitlerin
üretimde kullanımı tartışmaya çok açıktır, normal üretim teknikleri ile de
Genetiği Değiştirilmemiş (GDmemiş) mısır çeşitleri ile de üretim
yapılabilmektedir, bu ciddi bir zaruret değildir.
5. sayfada belirtilen Kaynar,2009
tarafından yapılan çalışmaya göre tüketiciler satın alacakları ürünlerin GD
ürün olup olmadığını bilmek istedikleri ortaya çıkmıştır. Ancak bu ürünlerin
nasıl olarak izlenebilirliğinin sağlanabileceği tam bir soru işaretidir.
Kurulunuz raporunda yasal düzenlemesi yapılması gerekmektedir notunu düşmüştür
ancak daha hayvan sayımızı tam olarak bilemediğimiz TÜRKVET sistemine sahip bir
ülkede hangi hayvanın GD ürünle üretilen yemle beslendiği tespiti nasıl
yapılacaktır?
Bu noktaların dışında rapor genel
olarak çelişkiler ile doludur. 2. sayfada bu ürünlerin yararlı yönlerinden
bahsedildiği gibi birçok potansiyel zararının da olduğu açıkça belirtilmiştir.
Hatta yine aynı sayfada geçen ‘Literatür incelendiğinde bilim adamlarının, GD
yemlerin güvenli olup olmaması veya transgenik genlerin hayvansal ürünlere
geçişleri konusunda HEMFİKİR DEĞİLDİRLER.’ cümlesinde de açıkça
anlaşılabileceği gibi daha dünya kamoyu bile bu ürünlere kesinliklere halk
sağlığı için tehlikelidir dememektedir. 3. sayfada belirtilen iki çalışma bu
ürünler ile beslenen hayvanların ürünlerine de bu DNA’ların görüldüğü de ortaya
konmuştur. Yine 4. sayfa da pat geni taşıyan transgenik soya ve mısırla
beslenen hayvanların et ve ürünlerinde kalıntı tespit edildiği belirtilmiştir.
Bu noktada potansiyel
zararların ortaya konulduğu bu raporda çok ÇELİŞKİLİ bir şekilde bu ürünlerde
ithal edilip yem üretiminde kullanılabilir denmektedir.
Raporun 4. sayfasında ise çok
üzücü ve endişe verici ifadeler içeren son paragraf bizleri dehşet içinde bırakmıştır.
Paragrafla bahsedilenleri özetlersek denilmek istenilen zaten etrafımızda halk
sağlığını tehdit eden birçok unsur var denmektedir ve bunlara bir unsur daha
eklenebilir denilmektedir. Bu maalesef çok üzücüdür.
Bursa Karacabey Ziraat Odası
Başkanlığı olarak yukarıda belirttiğimiz çelişkiler ile dolu raporlara
dayanarak GDO’lu ürünler ile üretilen mısırların ithalatını kesinlikle karşıyız
ve ürettiğimiz hayvanlarda bu yemleri içeren ürünleri kullanmaya kesin olarak
karşıyız” diye konuştu.
Raporların sosyo-ekonomik
değerlendirilmesiyle ilgili görüşlerini de anlatan Karahasanoğlu ile Karaca,
Raporda ilgimizi çeken noktaları belirtmek isteriz; Raporların 6. sayfasında
belirtilen TÜİK’den alınan verilerin maalesef gerçekleri yansıttığını
düşünmemekteyiz. TÜİK verilerini kullanan birçok yurtdışındaki akademisyen verilerin
çeşitliliğinden çok etkilenmektedirler ancak doğruluklarını tartışmaktadırlar.
Zaten raporun 7. sayfasındaki belirtilen Çukurova Bölgesindeki verim değerleri
modern tarım olanaklarını kullanan bölgemizde de yakalanmaktadır ve yine bu
değerler yoğun mısır üretimi yapılan Ege bölgesinde de elde edilmektedir.
7. sayfada tek bir sayfadan
oluşan ve TÜİK’e ait olan hiçbir üretim ve tüketim değeri belirtilmeden
hazırlanmış bir bültenden veriler kullanılmıştır. Bu verilere göre ülkemizin
buğday yeterlilik derecesi %114.8, arpa derecesi ise %122.1 olarak
gözükmektedir. O zaman bu verilerin sağlıklı olduğunu kabul eder isek neden bu
ürünler ülkemiz tarafından ithalatı yapılmaktadır?
Raporlarda bulunan bazı
verileri ön plana çıkararak bazı tespitlerde bulunmak istiyoruz.
Tablodaki verilere göre,
kurulun raporlarında da tespit edildiği gibi Türkiye’nin mısır üretim
yeterlilik derecesi 2006-2007 senesinde yapılan prim desteği miktarındaki düşüş
ile kendisine yetemez hale gelmiştir. Bunun yanında raporun 11. sayfasında
belirtildiği gibi 2008 yılında bir çiftçi mısır üretimi için dekara 43.57 TL
destek alırken kaldırılan DGD desteği yüzünden ve bakanlık tarafından yapılan
komik artışlar nedeni ile 2011 senesinde aynı üretici dekara 37.54 TL destek
almaktadır.
Raporda belirtilmeyen toprak
analizi desteğini de eklersek bu rakam 41.54 TL’ye ulaşmaktadır. Raporlarda
maliyet hesaplamalarına ise hiç yer verilmemektedir. En önemli mısır üretim
girdileri olan motorin sadece 2010-2011 arasında % 29, gübre ortalama olarak
%57 ve tohum bedeli ise ortalama olarak %10 olarak artmıştır. Buna karşılık
bakanlık motorin desteğine % 15, gübre desteğine ise % 11 zam yapmış ve prim
desteğine ise hiç dokunmamıştır. Üretim girdilerimizdeki artışlar doların
yükselmesi ile açıklanmaya çalışılmaktadır. Ancak geçen sene mısırın, iç
pazarda tonu 357 $’dan işlem görürken bu sene ise 327 $ civarında işlem görmektedir.
Bunun yanı sıra ithal edilmek
istenilen mısırların bulundukları yerlerdeki fiyatları 270-280 $ civarında iken
(ki bu mısırın Türkiye’ye maliyetini hesaba katarsak iç pazardaki mısırdan bir
farkı kalmamaktadır) Mart ayı beklentileri 320 $ seviyesini aşmaktadır. Yani
Türk çiftçisi meslektaşları olan yurtdışı çiftçilerden daha az destek almasına
rağmen hemen hemen aynı fiyatta ürününü satmaktadır.
Oysaki 2010 yılında yapılan
434520 ton mısır için ödenen 103719000 $ eğer prim desteklerine yansıtılırsa bu
ülke çiftçisi GD’suz mısır üretimi ile 2006 yılında başardığı gibi ülkemizi
%100 mısır yeterliliğene ulaştırabilecek güçtedir.
Ancak hergün zarara sürüklenen
kırsal nüfus şehirlere göç etmektedir ve bu da
raporlarda belirtildiği gibi ciddi sosyo-ekonomik sorunlara neden
olmaktadır.
Raporların büyük kısmında
yukarıda belirtilen noktalar ortaya konmuştur. Hatta sonuç kısmında sayfa 13’de
desteklemelerde yapılacak artışların ülke mısır üretimini önemli bir şekilde
artıracağının ve ithalata açıkça gerek kalmayacağının, kırsal ekonominin
devamlılığının sağlanacağının ortaya konmasına rağmen sayfa 15’de şu ifadelere
yer verilmektedir:
‘Türkiye’de üretilen mısırın
%75’i hayvan sektöründe yem olarak kullanılmaktadır. Bu yüzden kanatlı hayvan
beslenmesinde enerji kaynağı olarak kullanılan mısırın tedarikinde meydana
gelecek herhangi bir sıkıntının, sektörde büyük bir ekonomik krize neden
olacağı beklenmektedir. Bu açıdan bakıldığından ve teknik analiz kısmında yem
olarak kullanımının dolaylı bir şekilde insan ve çevre sağlığı üzerinde olumsuz
etkisinin olmadığını dikkate alınırsa, genli mısırın hayvan yemi olarak
kullanılması ülke ekonomisi açısından uygundur. Ancak yerli mısır
üreticilerimizin gelirlerinde azalmayı engellemek için ithalatın mutlaka
denetim altında olması gerekmektedir’ denilmektedir.
Bu ifadeler tamamen
‘çelişkiler’ doludur. Kanatlı hayvan sektörünün olası ekonomik krizinden
bahsedilmektedir, oysaki Türkiye üreticisi yıllardır bir ekonomik kriz
içerisinde ayakta kalma mücadelesi vermektedir. Raporların daha önceki
sayfalarında halk sağlığı ile ilgili endişelerin olduğu belirtilmesine rağmen
burada hiçbir olumsuz etkisi yoktur denilmektedir, bu nasıl bir çelişkidir.
Dünya üzerinde 400000 ton GD’suz mısır bulunamamaktadır acaba? İthalatta GD
bağımlılığının nedeni var ise neden raporlarda görülmemektedir?
Bursa Karacabey Ziraat Odası
Başkanlığı olarak raporlarda tespit edilen ülke içi üretimi artıracak
destekleme artışları, yüksek gümrük vergili kontrollü ithalat tedbirleri biz
üreticiler tarafından olumlu karşılanmaktadır ve uygulanması temenni
edilmektedir. Bu ülke çiftçisi yineliyoruz ki %100 mısır yeterliliğini
sağlayabilecek kapasitedir. Ancak yukarıda belirttiğimiz çelişkiler ile dolu
kesinlik içermeyen raporlara dayanarak GDO’lu ürünler ile üretilen mısırların
ithalatını kesinlikle karşıyız ve ürettiğimiz hayvanlarda bu yemleri içeren
ürünleri kullanmaya kesin olarak karşıyız” şeklinde sözlerini noktaladı.
“